Antik çağ felsefesinin en ilginç düşünürlerinden biri olan Epikür Demokritos’tan epeyce etkilenmiştir. Özellikle Demokritos’un atomculuğu Epikür için felsefenin başlangıç nedeni olmuştur. Ya da Epikür ün bilime bakış açısını az çok belirleyen onun atom teorisidir. Yalnızca tabi güçler bakımından ortaya çıkan ve yok olan nesneler reel anlamda kudretli değillerdir. Esasen birbirinden ayrılan (belirlemeci) olarak tanımlıyoruz. Doğal yasalar açısından atomların denetlendiğini, Demokritos gibi öne sürmüyordu. Daha çok her atom parçacığının hür bir ortam seçerek çizmiş olduğu yoldan ayrılacağının belirlenmesini yapan Epikür bir determinist dışı davranış ve us içinde olduğunu açıklar olmuştur.
Epikür, çağın bunalımını aşmak için insanın en önemli yanı olan mutluluğu ele alır. Öncelikle insana huzursuzluk veren genel tasarımların (Tanrı ve ölümün sorgulanması) kapsamına hayal ve düş gibi doğal olmayan düşüncelerin karıştırılmasıdır. “Her şeyin doğal bir nedeni vardır.” ifadesi ile o, mutluluğu ruhen dingin bir itidalli yaşamadan ibarettir, sonucunu çıkarır ve felsefenin en büyük ödevi de insanı mutlu kılmaktır, der.
Herhangi bir sevdayı sağlığa kavuşturmayan bir ruhun içinde barındırdığı ruhi tutkularının bir değer taşıyabileceğini sanmıyorum. Bunu gerçekleştirmeyen bir filozof Epikür’e göre hiçliğin somut tipidir. Epikür ce düşünürsek mutluluğun yükümlülüğü şöyle açıklanabilir. Ruhun dinginliği sessiz bir denizin sakinliğini andırıyorsa, felsefe de sakin esen rüzgârların esintisi ile gerçek ruhun ince vecdine hitap edebilmelidir. Gerçek haz ve gerçek mutluluk akla uygun yaşam stilini yakalamak olmalıdır. Yaşamın en ince, ama ruhi sağlığın öngörüsü de konuşmak, sanat ve kültür eserlerini izleyebilmek, daha doğrusu algılayıp bir muhakemesini yapabilmektir.
Elbette müziğin de ruhun sağlığı için önemli ve temel vazgeçilmez bir rol oynadığını belirtmeye gerek yok. Konuşmak; bu sohbet etmektir, ama en önemlisi felsefenin “ruhun etkili ilacı” olması için, tutkuların çerçevesinden çıkılarak aklın alanına girmek gerekmektedir.
Ancak sormak gerekir; felsefeyi gerçekleştirmek bir tutkuyu yani felsefe yapabilmenin tutkusunu gerektirmez mi? Bir nevi tutkulardan hareketle akla doğru merdivenleri indirmekte bir tutkunun somut sonucu olmaz mı?
Kanımca bu bir düşünsel çabanın tutkusudur. Eğer düşünmek de bir tutku ise ! Belki aynı görüşte olmamız gerekmez, ama akla dayalı felsefenin de zevkin alanından ayrılmaz bir kaideyi dayatır olması, beğeni ve
zevklerin etkinliği, insancıl varoluşçuluğun önemli bir semantiğini (varolma anlamını) belirlemektedir. Akla uygun yaşamaksızın mutluluğun bir hükmü olabilir mi? Bana kalırsa olamaz. Akıl zirvede ulaşabilecek en yüksek değerdir. Bir yaratım olarak o, somut maddesel koşulların ürünüdür. O açıdan mutluluklar da mevcudiyetini koruyan her aklın somut görünümleridir. Şimdi aklın temel görevi, ruh sağlığını bozan şeyleri yenmektir.
Bu halde filozof Epikür’ü andıracak bir deyimle az şey ile haz duyabilmenin sanat ve estetik davranış ölçüsünü uyarlayıp uygulayabilmektir. Çünkü azla yetinmenin en güzel meyvesi özgürlüktür. Bu sebeple Epikürcülerin çağrısı şudur; gizemli yasa, bu başarıldığında felsefe yapan insanlar arasında bir Tanrı (mutluluk ve hürriyet) gibi varlığını sürdürür. Tanrıyı tanımlayabilme hazzına kavuşan insan, kendisini daha özgür kabul edecektir böylelikle.
Tanrılar böylelikle bu duygunun veya hayalin sonucu değil, somut olarak Epikür’e göre onlar kendilerini insan dünyasının işleri ile sıkıntıya sokmadıklarını ve daha çok gizli yaşantıları ile rasyonal akılcı zevkçilerdir. Bundan ötürü ölümden sonra Hades’te acı çekme korkusuna kapılmalarına gerek yoktur. Yazgımızın belirlenmesinde belki de sınırlı da olsa, hür olma isteğimiz hiçbir şekilde insanın elinden alınamaz, yaşamın vazgeçilmez bir kaidesi ve hatta gayesidir… Yazgının ya da yazgımızın efendisi olabilecek bir şuurun görüntüsü nasıl olur ki? Bilimsel ve akla dayalı ve yine Epikür’ü anmak için yaşamın kendisini bir ölümle sınırlamamak, onu doğru kavramak ve elbette acılardan kaçma özgürlüğünü elde edebilmek için hayatın genel yazgısında uz görülerle (geleceğe yönelik perspektifli uzak ve geniş görüşlü) hareket etmek gerekir. Eylemsel bir davranış ve düşün gerçeğini gözden ırak tutmak eğilimi aklın temel dinamiği olarak kabul görmelidir. Bu bir koşul olmalıdır. O halde Epikür felsefesinin genel özü ve en erdemli yönü şudur: iyiliklerin en üstünü olan bilgeliktir.
Erdemli olunmadan bilge olunamaz. En üstün ve kutsi erdemlilik mutluluğa götüren araçların tam ve doğru olarak tartılması erdemliliğidir. Bu da bir doğru tartının sonuç biçimidir.
Bu bağlamda, Epikür diyor ki; “…ölüm varken biz yokuz, biz varken ölüm yoktur. Onunla hiçbir zaman karşılaşamayacağız ki ondan korkalım.” Onun için biz hürriyetin birer savaşçıları olarak ölüme meydan okuyarak, yaşamaya devam etmenin mutluluğunu aramaya çıktık ve çıkıyoruz. Ve özellikle özgürlükçüler hayata olan bağlılıklarını her an ve mekânda, onları ölüme götüren araçlara karşı bazı hamleler geliştirerek özgürleştiklerini kanıtlayabilmişlerdir. Bağımsızlık ve kurtuluş savaşı döneminde devrime giden zaman yolculuğunda işgal altında olan Anadolu topraklarında işgal göçlerinin zindanlarında görülebilen tekerrürlü mutluluğun birer simgeleri ile haykırışların ve erdemli simgeleri olabilmiş iradeli müdahalecileridir Namık ve Mustafa Kemaller…
Öncelikle ifade etmeliyim ki problem zemini açısından hayatın etik ve onun bağlamında şu soru pek de gündeme oturabilir;
Yaşama sanatının olasılığı hangi kavramlarla mümkün kılınabilir?
Epikorusçuluk odaklı çalışırken Foucault’nun yaşam sanatını nasıl değerlendirebiriz? Epikürle bir bağlantı kurulduğunda yaşam sanatına özgü bir belirleme yapmak olası: Etik kavramının tarzı ile onu oluşturan anlam ve insani hayat olguları, varoluş biçiminin nasıl yaşanılabileceğinin sorgulamasına yol açabilirken, bazı moral değerleri ile ilintili olmasını gerektirecek zorunluluk veya istençlik, insan için her vakit pek açık ve net olmayabilir. Ayrıca Foocault’nun yaşam sanatına bakış açısında ‘moralden dönüş’ yani bir bakıma Grek tarzına ve onun belirlenmiş moral değerinden dönüşü anlatır… İşte moral ve etik’in krizi burada elbette problem zemininin kendisi olmaktadır kanımca günümüzde. Haz ve Kaygının buradaki bağlamı ile kategorik olarak tarihsel cinsellik meselesini de ele alırken, Foucault’nun amacı antik etik meselesini gündeme oturtmak, ancak ona dönüşü amaçlamıyordu. Daha çok etik ve koşularının oluşumu için daha belirgin bir Diskurs – tartışı yaratmaktı diyebiliriz. Bir bakıma önemli bir ayrışma olarak Haz ile Kaygı ve dolaysı ile İş ile modern Cinsellik ve Özne ile, bir anlamda öznenin otonom bir yapıya dönüşmesi, insanın kendisine olan ve yani hayatına olan davranış meseleleri Foucault’a göre pek anlamlı ve olgusal özelliktedir. Foucault, etik üzerinde konuşurken bireyin yani onun etik’i anlaşılmalıdır. Bireyin etik formu ve tarzı, yaşam sanatının biçim almasını sağlayarak varlık olmanın koşutunu bulabilecek ve onunla sanat eserini yaratabilecektir diyebiliriz.
Antik dünyada da her kişi kendisi için sorumluluk taşıyarak, daha açık ifade edersek kendini bilerek ve kendini taşıyarak yaşamını sürdürebilen ve onu şekillendiren bir kişi olarak görülmesi bireyin kendi etik formunu bulmuş olarak görülürdü. Yaşam sanatının felsefesi de bu tarz ile insanı özgürleştireceğini ve kendi sorumluluğunu bilerek hayatın anlamını gene kendisi için tanımlayan biri olarak insan, mutluluk esintisi içinde olabilir. Foucault için yaşam sanatı bir estetik forma girer ve estetik varlığı bireyin varoluşunu hazırlayan estetik değerlerle içkinliğini dolaysız bir bağıntıda anlatır. Değişime inanmayan biri olarak görülen Foucault aslında değişimi estetik değerler içinde oluşan transformasyonun işlevini bize hatırlatmaktadır. Estetiğin varlığı bir istencin vuku bulması ile bireyin kendisine kazandırdığı bir sanat eseri olarak, estetik ve onun değerler yumağı, varlık olarak birey, hayatın sahnesinde olmak eylemi ile bütünleşerek canlılık kazanmaktadır. Buradaki varlık bir özne değil bir sanat eseri olarak anlamak gerekiyor ve Epikürde ki varlık, kendini anlayan birey de ne yapması gerektiğini bilir ve varlık diğeri ile olan oluşumunu tamamlar. Bir bütünlüğün kapsamında olan atomu bir diğer atom ile buluşması olarak anlarsak, oluşan oluşumu bir sentezlenme meselesi olarak görür ve bu bireyde ise bir estetik forma dönüşerek sanat eserinin kendisi ‘varlık’ ile öznenin buluşması ve dönüşmesi bağlamında anlamak mümkündür.
Modern insanın kendisini yeniden üretmesi ve bulması olarak kendisi için var olma ve kendini anlama hamleleri için sanatı üretmesi kendi eseri olacağı gibi bu eser bir etik duruş ve yaklaşımı olacaktır.
Bir bakıma kişi bu bağlamda varlık ve öznelliği ile buluşamaması halinde değişimi de yaratamaz ve varlık olarak işlevsellikten uzak, değişme kapalı bağnaz bir yapısallığın içinde hakikaten erir. Birey/Individium olmak gibi bir eserin etik’i yoksa o, varlık değildir. Tanınmaz ve yoktur bir öteki için.
Yani psikolojide kullanılan farkındalık diye adlandırılan şeyin kendisi bu olsa gerek. İnsan bir kaygı ve bir de haz için nasıl yaşaması gerektiğini bir sanat eseri üzerinde de kendisini üreterek veya inşaa ederek, varlık olabilir ve kendisini kavrar. Epikür de söylenen şey akıllı haz ve akılcı kaygı kavramları, mutluluk için bir koşut oluşturarak, insan, varlık olarak, hamleleri ile kendini algılayabilmesi,etik sorgulamasını da yapabilmesi anlamına gelmez mi? Epikurosçuluk da kişisel ve toplumsal gelişimin anahtarları dolaysı ile vardır ve bu durum Foucault için de geçerlidir. Epikür, esnek belirlemeleri ile determinist/gerekirci değil, yön veren olarak, Foucault’da izlediğim etik durumun oluşumu için bir determinist yaklaşımı beraberinde getirmektedir.
Epikorusun atomculuğu ile başladık ve şimdi atomculuk söylemi ile bitirelim:
Bilimsel materyalizmin kurucusu K. Marx 1841 yılında Almanya’nın Jena kentinde verdiği “Demokritos’un Doğa Felsefesi ile Epikuros Arasındaki Fark” adını taşıyan doktora tezinde Epikür ün determinist anlayışını nasıl yumuşattığını açıklayarak, rastlantıya ve insan iradesinin müdahalesine yer verdiğini önemce vurgular ve Marx, onu ilkçağın önemli materyalistlerinden sayar. Etkin Atom –bilinç faaliyeti ile insan, en sağlam haz ile doğru kaygıyı yönetebilir konuma gelebilir. Etkin Atom, etkin bilinç olarak fiziki eylemin en üst bilinç düzeydir ve bu bilinç psikolojik etkinlik olarak farkındalığın en yoğun halidir. Bu farkla az ve çoğu tartan ve yönetebilen insan birey olarak yaşam sanatını ve kendi sanatsal bakışını konumlandıracak kadar sağlam ve üretken bilince ulaşacaktır. İnsanın yetileri az veya çokla baş edebilmeyi gerektirecek kadar güçlü bir beyin – zihinsel yapıya sahip olursa mutluluğu edinebilir ve neşeli olma yolunda sosyal algılarını yani vicdanını hür bir şekilde kullanabilir. ‘Fikri hür, vicdanı hür’ (M. K. Atatürk) bir yapılanmada ki insan belleğinde yaşam sanatını yaratması kaçınılmaz hakikati oluşturmaktadır. Az veya çok nesneldir ve öznenin nesnel olguyu tanıması ile azla yetinebilmesi, sanat eserinin oluşması için önemli bir serüvendir. Erdemlilik de bu süreçte önemli bir kazanım olarak insanın kendi hayat ve sanat eserini oluşturması pek mümkündür. Yetinebilme yetisi de bir duruştur ve yetilerle insan özgürleşirken sanatsal estetik bakış bireyin otonom ve etik olmasını sağlar.
İnsan azla yetinebilme özgürlüğüne kavuştuğu zaman yemek yiyebilme derdine de o denli az kapılır. Tüketim toplumu mutluluğu dağıtmıyor, daha çok mutluluğu tükettiriyor ya da tüketiyor.
Mutluluğun determinist değil, mutluluğun insan müdahalesi ile gerçekleşebileceğinin altını çizmek istiyorum; mutluluk gökyüzünde yoktur. Onu elde etmek için sanat eserlerimizi yani kendimizi yeniden ve tekrar estetik değerler oluşturarak, akıllı haz ve akılcı kaygı bağlamında yaşanabilir ve sorgulanabilir bir hayat ve dünyayı yaratabilir ve kaba günlük hayatın olgularını aşabiliriz. Bu bir yetidir; yeti bir hedefi içinde barındırır ve son kertede, kendini bilen insan için vardır estetik ve etik durum; eğer yaşanabilir umudun yeni ütopyalara bir esenlik ile dayanışmacı ve paylaşımcı bir ruh içinde olabilirsek, yaşamın sanatsal etkinlikle yapılandırılması pek mümkün görünmektedir.
Author Profile
