Emperyalizme karşı başarıya ulaşan milli kurtuluş mücadelemizin karargâhı Büyük Millet Meclisi (BMM)’nin açılışının 104. Yılı içerisindeyiz. Ülkemizin 1876 yılında Meşrutiyet atılımıyla başlayıp 1923 yılında Cumhuriyet’in ilan edilmesiyle doruk noktasına ulaşan egemenliğin saraydan alınıp millete verilme mücadelesinde hiç şüphesiz 23 Nisan 1920 tarihi önemli bir patikayı nitelemektedir. Ulus egemenliğinin tescillenmesi, içeride sultanın sarayına karşı yürütülen Anadolu İhtilalinin, dışarıda ise ülkeyi parçalamaya çalışan emperyalist kuvvetlere karşı verilen silahlı direnişin başarıya ulaştırılmasında BMM’nin varlığı ve etkisi belirleyici olmuştur.
Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı sonrası kapitalist-emperyalist sisteme entegrasyonu, karşı-devrim sürecinin hızlanmasına yol açtığı gibi ulus egemenliğinin aşındırılmasına ve en nihayetinde egemenliğin yeniden bir saray etrafında toplanmasına sebep olmuştur. 2014 yılında Cumhurbaşkanı’nın Atatürk Orman Çiftliği içerisine yaptırılan saraya taşınması ve 2017 yılında gerçekleşen referandumla Türkiye’deki parlamenter-demokratik sistemin ortadan kaldırılması, 150 yılı aşan demokratikleşme deneyimimizde keskin bir geri dönüşü simgelemektedir. Dolayısıyla, son yerel seçimlerde iktidarın kaybettiği tüm mevzilere rağmen devlet kurumsallaşmasının saray etrafında toplanılmasına devam edildiği ve meclisin tamamen pasifleştiği bir ortamda egemenliğin 100 yıl öncesine göre yer değiştirdiğini söyleyebilmek mümkündür.
SARAY EGEMENLİĞİNDE ÇOCUKLAR
Ulus egemenliğinin tescillendiği gün olarak kutlanan 23 Nisan tarihi bilindiği üzere ülke çocuklarına armağan edilmiştir. Yukarıda özetlemeye çalıştığımız egemenliğin yer değişimi aynı zamanda ülke çocuklarının yoksulluğa ve geleceksizliğe mahkûm edildiği bir dönüşümün de yaşanmasına sebep olmuştur. UNICEF’in “Zenginliğin Ortasında Çocuk Yoksulluğu” araştırmasına göre ülkemiz AB ve OECD ülkeleri arasında Kolombiya’dan sonra çocuk yoksulluğunun en yüksek olduğu ikinci ülke konumunda bulunuyor. Özellikle 2014 yılından günümüze bu oranın her yıl katlanarak arttığı gözlemleniyor. Yine, TÜİK’in verilerine göre ülkedeki yaklaşık her iki çocuktan biri peynir ve yoğurt gibi süt ürünlerini günlük olarak tüketemiyor. İSİG Meclisi’nin verilerine göre ise AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılından bu yana bine yakın çocuk işçinin hayatını kaybettiği belirtiliyor. MESEM ve çeşitli kılıflarla “staj” adı altında ucuz işgücü deposu haline getirilen çocukların çalışma koşullarının zorluğu MEB’in kendi yayınladığı istatistiklerde dahi saklanamıyor. Bakanlığın açıklamalarında MESEM kapsamındaki işyerlerinin yüzde 10’a yakınının iş güvenliğine uygun olmadığı itiraf ediliyor. Resmi rakamlara göre, kayıt dışı çalışanları hesaba katmadığımızda dahi Türkiye’deki çocuk işçiliğinin yüzde 20’ye yaklaştığı görülüyor.
23 NİSANLARI BAYRAM KILABİLMEK
Ulus egemenliğinin olabildiğince aşındırıldığı, millet adına yasama organı olarak faaliyet yürütmekle yükümlü TBMM’nin işlevsiz kılındığı, diğer taraftan; her beş çocuktan en az birinin çalışmak zorunda kaldığı, her on çocuktan en az birinin ise iş güvenliğinden yoksun koşullarda çalıştırıldığı bir ülkede “Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı” kutlayabilmek mümkün müdür? Daha doğrusu, tarihsel anlam ve önemi bir yanda tutulursa ortada kutlanabilecek bir şey kalmış mıdır? 23 Nisanlar, egemenliğin saraydan alınıp yeniden millete verilmesiyle ve çocukların yeniden çocuklarını yaşayabilecekleri bir yaşamın yaratılmasıyla bayram kılınabilir. Böylesi günler, bu sorumluluğu duyma ve harekete geçme günleridir.
Author Profile
Latest entries
- Yazarlar23/04/2024Yaşıyor mu 23 Nisan?
- Yazarlar16/04/2024Küresel sermayeye teslim olmak
- Yazarlar01/04/2024Türkiye’nin seçimi yeni başlıyor
- Yazarlar27/03/2024Parti ve teori