“Gayrimilli burjuvazi”, üretim araçlarını elinde tutan ama çıkarlarını ulusun bağımsızlığıyla değil, emperyalizmle özdeşleştiren sermaye sınıfıdır. Bu sınıf, ulusal üretimi değil, ithalatı ve dışa bağımlı sermaye akışını önceleyen; kârını ülke içi üretimden değil, uluslararası sermayeyle kurduğu ilişkilerden sağlayan kesimdir. Dolayısıyla, ulusal egemenliğe değil, dışarıyla kurduğu simbiyotik ilişkiye bağlıdır.
Tarihsel olarak bu burjuvazi tipi, bağımsızlık savaşlarında genellikle “savaşın tarafı” değil, “dengeci” ya da “sabote edici” bir rol üstlenmiştir. Çünkü vatan savaşı yalnızca askerî bir mücadele değil; ekonomik, kültürel ve politik bağımsızlığın yeniden inşasıdır. Bu mücadele, halkın üretici güçlerinin yani emekçi sınıfların kendi kaderini eline alma sürecidir. Dolayısıyla vatan savaşı özünde anti-emperyalisttir ve emperyalizmin yerli uzantılarını da hedef alır.
Bu iki sınıf aynı cephede yer alabilir mi? Kısa vadede evet, uzun vadede hayır. Tarihsel örneklerde, özellikle Milli Mücadele gibi olağanüstü koşullarda, ulusal burjuvazinin vatan savunmasına sınırlı ölçüde katkı sunduğu görülür. Ancak gayrimilli burjuvazi, yani uluslararası sermayeyle organik bağ kurmuş kesim, vatan savaşının doğasına aykırıdır. Çünkü bağımsızlık kazanıldığında, bu sınıfın çıkarları doğrudan zarar görür.
Lenin, Mao ve Ho Chi Minh gibi önderler, anti-emperyalist mücadelede sınıf ittifaklarını “geçici taktik birlikler” olarak değerlendirmiştir. Halk sınıflarının öncülüğünde yürüyen bir bağımsızlık savaşında burjuvaziyle kurulan ilişki stratejik değil, konjonktüreldir.
Bugün Türkiye’deki sermaye sınıfı büyük oranda finansal bağımlılık ilişkileriyle emperyalizme eklemlenmiş durumdadır. Bu nedenle gayrimilli burjuvaziyle gerçek anlamda bir “vatan savaşı” vermek, kendi doğasına ters düşer. Çünkü onlar için “vatan”ın anlamı; sınır, emek ve halk değil, sermaye akışının güvenliğidir.
Her devrimin kendi karakteri vardır. Ancak sınıfsal tahlilden yoksun bir taktik yorumu, AKP ile ittifaka dahi götürebilir. Mao Zedong, Çin Devrimi’nin İtici Güçlerini tarif ederken, ‘’Komprador büyük burjuvazi, emperyalist ülkelerin kapitalistlerine doğrudan doğruya hizmet eden ve onlar tarafından beslenen bir sınıftır.’’ (1) diyerek milli burjuvaziyle komprador, yani işbirlikçi burjuvazinin farkını anlatmaktadır.
Gerçek bir vatan savaşı, ancak üretici sınıfların; işçinin, köylünün, yurtsever aydının ve milli nitelikteki burjuvazinin öncülüğünde; anti-emperyalist, halkçı bir yönelimle anlam kazanır. İşbirlikçi burjuvazinin bu süreçteki rolü, en fazla halkın iradesine geçici olarak boyun eğmek olabilir. Fakat günü geldiğinde, o sınıf yine kendi efendilerine döner.
Milli burjuvazinin konumu da dikkatli tartışılmalıdır. Geçişken bir konumda olduğu da anlaşılmalıdır. Mao, milli burjuvazinin konumunu şöyle tarif etmektedir;
‘’Milli burjuvazi, ikili nitelik taşıyan bir sınıftır. Bir yandan emperyalizm tarafından ezilmekte; feodalizm tarafından zincirlenmektedir. Ve bundan dolayı her ikisiyle de çelişki halindedir. Bu yüzden milli burjuvazi, devrimci güçlerden birini meydana getirir. (…) Ama öte yandan, emperyalizme ve feodalizme tümden karşı durma cesaretinden yoksundur. Çünkü ekonomik ve siyasi bakımdan gevşektir ve emperyalizm ve feodalizm ile hâlâ ekonomik bağları vardır. Bu durum halkın devrimci güçleri kuvvetlendiğinde açıkça ortaya çıkmaktadır. Milli burjuvazinin ikili karakterinden, onun belirli zamanlarda ve belirli bir dereceye kadar emperyalizme ve bürokrat savaş ağaları hükümetlerine karşı devrimde yer alabileceği ve devrimci bir güç olabileceği ama diğer zamanlarda, komprador büyük burjuvaziyi izleme ve karşı-devrimde onun ortağı olarak hareket etme tehlikesi olduğu ortaya çıkar.’’ (2) Mao burada, sınıfın geçici ilerici niteliğini kabul ederken, ona karşı sınıf temelli bir temkinin de zorunlu olduğunu belirtir Buradan hareketle, milli burjuvazinin ‘’iyi bir müttefik’’ olduğunu ama ‘’ihtiyatlı bir siyaset sürdürmek gerektiğini’’ söylemektedir.
Başka bir tartışma konusu ise önderlikle ilgilidir. Devrimci mücadelede iradesiz kuvvetlerde değişmeler olabilir. Ancak, önderliğin iradesiz kuvvetlere teslim edilmesi mücadelenin seyrinin de değişmesi anlamına gelmektedir;
‘’Bu devrimin gelişmesi sürecinde düşmanın ve bizim müttefiklerimizin saflarındaki bazı değişmelerden ötürü daha başka safhalar ortaya çıkabilir fakat devrimin esas özelliği değişmez olarak kalır.’’ (3)
Ancak devrimin ana hedeflerinin değişmemesinin yolu, bir programı takip etmektir. Programdan yoksun olan sınıfların, başarıya ulaşma şansı yoktur. Bazı taktiksel değişimlerin, sınıfsal konumlanışı değiştirdiğine inanmak, bilimsel sosyalizmden bir kopuş anlamına gelmektedir. Bu nedenle, devrimci ittifakların sınırı, sınıfsal özdür; ulusal çerçeve, bu özün taktik zeminidir. Gayrimilli burjuvaziyle kurulan her birlik, emperyalizmin içerdeki uzvuyla yapılan bir uzlaşmadan ibarettir. Bu uzlaşma, kaçınılmaz olarak yozlaşmayı beraberinde getirecektir. Taktik birlik, ideolojik körlüğe dönüşmemelidir. Bu taktik birliktelik de keyfi veya başka bir sınıfın güdümünde yapılmamalıdır.
Bu teorik çerçeveyi Türkiye’nin somut koşullarına uyguladığımızda tablo daha berraklaşmaktadır. Türkiye’de 24 Ocak kararlarıyla birlikte şekillenen ithalatçı-sermaye bloğu, gayrimilli burjuvazinin güncel biçimidir. 12 Eylül darbesiyle yaratılan iklimde, emperyalizmin yerli temsilcileri sırasıyla iktidara gelmişlerdir. AKP dönemi ise sürecin en derinleştiği, doruk noktasına ulaştığı dönemdir.
‘’Bir yandan devrime katılma ihtimali, diğer yandan devrim düşmanlarıyla uzlaşma yatkınlığı…’’ (4) şeklinde tanımlanan burjuvazinin farklı kanatları arasında, AKP’nin temsil ettiği ve edebileceği sınıf milli nitelikte kesinlikle değildir. Dolayısıyla, gayrimilli burjuvazinin safında verilen hiçbir mücadele, vatan savaşına dönüşemez. Çünkü vatan, sermayenin değil; emeğin, üretimin ve halkın adıdır.
Lenin’e atfedilen “Uyuşmazlıkları giderebiliriz, çelişkiler kalıcıdır.” sözü, tam da bu noktada anlam kazanır. Çünkü tarih, uzlaşmalarla değil, çelişkilerin çözümlenmesiyle ilerler.
- Mao Zedong, Yeni Demokratik Devrim, s. 50.
- Mao Zedong, a.g.e., s. 51.
- Mao Zedong, a.g.e., s. 68.
- Mao Zedong, a.g.e., s. 73.
