Türkiye’nin NATO’ya üye olduğu 1952 yılı, sadece bir dış politika tercihi değil; aynı zamanda iç güvenlik mimarisinin yeniden şekillendiği bir dönüm noktasıydı. NATO üyeliğiyle birlikte “komünizmle mücadele” adı altında kurulan kontrgerilla yapılanmaları, görünürde Sovyet etkisine karşı ulusal güvenliği sağlamakla görevliydi. Fakat bu yapı, kısa sürede Türkiye’nin siyasi hayatını, toplumsal dokusunu ve güvenlik kurumlarını zehirleyen karanlık bir organizmaya dönüştü. Gladyonun Türkiye kolu, milliyetçilik maskesi takarak, vatan sevgisi kisvesiyle en kirli işlerin faili oldu.
Milliyetçilik Maskesi Altında Kontrgerilla
NATO’nun Soğuk Savaş döneminde kurduğu “Stay Behind” (geride kal) ağlarının Türkiye ayağı, Komünizmle Mücadele Dernekleri ve Ülkü Ocakları eliyle şekillendi. Bu dernekler, görünürde gençliği komünist tehdide karşı bilinçlendirmeyi amaçlıyordu. Gerçekte ise CIA destekli psikolojik harp teknikleriyle, gençleri devletin derin yapıları adına kullanılacak paramiliter güçlere dönüştürüyordu.
Bu yapının ideolojik kamuflajı, “vatan-millet” sloganlarıydı. Oysa amaç, NATO çıkarlarına aykırı gördükleri her sol, ilerici ve demokratik hareketi bastırmaktı. 1960’lardan itibaren devrimci gençlerin üzerine salınan bu paramiliter unsurlar, sokak ortasında infazlar, linçler, provokasyonlar ve katliamlarla anıldı.
Maraş, Çorum, Sivas: Gladyonun Kanlı Senaryoları
1970’lerin ikinci yarısında Türkiye adeta bir iç savaş laboratuvarına çevrildi. Maraş Katliamı (1978), Çorum Olayları (1980) gibi toplu kıyımlar, “Alevi–Sünni çatışması” görünümünde sunuldu. Oysa her iki olayda da planlayıcı akıl aynıydı: Gladyonun Türkiye uzantısı.
Katliamların hedefi, toplumun sinir uçlarına dokunarak kaos yaratmak, ardından “ordu yönetime el koysun” ortamını hazırlamaktı. Bu kirli strateji başarıya ulaştı. 12 Eylül 1980 darbesi, bu kanlı sürecin bir “final perdesi”ydi. Ülkücü hareketin sokağa saldığı şiddet, sonra askeri darbe ile “devletin düzeni” olarak tahkim edildi. Darbe sonrası binlerce devrimci hapislere doldurulurken, aynı dönemde yüzlerce ülkücü “pişmanlık” adı altında salıverildi ve sistemin aparatına dönüştü.
Devletin Gölgelerinde: Mafyalaşan Milliyetçilik
1980 sonrası Türkiye’de gladyonun taşeron yapısı başka bir forma büründü: mafyalaşmış milliyetçilik. 1990’lı yıllarda Susurluk kazasıyla sembolleşen derin devlet–mafya–ülkücü üçgeni, devletin kirli yüzünü tüm çıplaklığıyla ortaya koydu. Mehmet Ağar, Abdullah Çatlı, Korkut Eken, İbrahim Şahin gibi isimler, devletin içindeki gayriresmî operasyon zincirinin halkalarıydı.
Devlet içindeki kimi unsurlar, “terörle mücadele” bahanesiyle uyuşturucu trafiğinden faili meçhul cinayetlere kadar her türlü yasa dışı faaliyete bulaştı. Bu dönemde, MHP çevreleriyle ilişkili çetelerin devletin “görünmeyen kolu” olarak hareket ettiği artık sır değildi. Gladyonun yeni adı, “derin devlet” olmuştu.
Bugüne Düşen Gölge
Günümüze geldiğimizde manzara çok değişmiş görünmüyor. Her mafya operasyonunda, her yasa dışı silah ticaretinde, her organize suç iddiasında dönüp dolaşıp Ülkü Ocakları veya MHP bağlantılı isimlere rastlanıyor.
Mafya liderlerinin devlet protokolünde ağırlandığı, kimi MHP yöneticileriyle yan yana pozlar verdiği bir dönemdeyiz. Bu tesadüf değil; bu, gladyonun sürekliliğinin ispatıdır.
Ülkücülük, bir dönem gençlik ideali olarak sunulmuştu. Oysa zamanla bir kısmı bu ideali terk edip devlet içindeki kirli ittifakların “sokak gücü”ne dönüştü. Bu dönüşüm, ideolojik değil; sistemin bekası adına örgütlü bir tercihti.
Maskeler Düşüyor
Gladyonun Türkiye’deki hikâyesi, sadece geçmişin bir tortusu değil; bugünün siyasetini ve toplumsal dinamiklerini hâlâ şekillendiren bir mekanizmadır.
Milliyetçiliği, vatan sevgisini ve dini duyguları manipüle eden bu yapılanmalar, aslında emperyalizmin en kullanışlı araçları oldu. Halkın çocuklarını “vatan savunması” adıyla birbirine kırdıran bu sistem, Türkiye’yi kendi halkına yabancılaştırdı.
Bugün artık açıkça görülüyor: Gladyonun kirli eli, hâlâ bu topraklarda dolaşmakta; sadece biçim değiştirmekte. Gerçek bağımsızlık, bu eli tanımaktan ve onu devletin damarlarından söküp atmaktan geçiyor.
