Ülkemizde siyaset denilince akla maalesef hemen ayak oyunları, yalan, cukka indirme, adam kayırma sair şeyler geliyor. Özellikle seçim süreçlerinde bunlar ayyuka çıkıyor.
Siyaset idealler için değil bir nevi gelir kapısı yaratmak olmuş durumda. Milletvekilliği, belediye başkanlığı hatta muhtarlık bile ticari kaygılarla yapılıyor. Bu ve benzeri yerlere aday olan düzen siyasetçileri bir koyup on almanın hesabını yapıyorlar. Kirli pazarlıklar hercümercinde sözüm ona demokrasicilik oynanıyor. Mevcut siyasi partiler yasasındaki açıklar da kullanılarak, kurulan lider sultaları siyasete yön veriyor. Lider kar amaçlı ticari işletmeci kafasıyla paye dağıtıyor. En iyi aday en çok parayı verendir. Süreç böyle işletilince siyaset, kirliliğin en ala bataklığına dönüyor.
Amaç para ve rant olunca ortada ne ideal ne dava ne ideoloji kalıyor. Herkes herkesle pekala her türlü pazarlığa açık. Bir de bunu halktan gizlediklerini sanarak yapıyorlar ya ört ki öleyim. Demokrasi naraları atan zevat, liderin seçtiğini halka seçtirmek peşinde. Asıl seçimi yapan lider. Ortada bir demokrasiden bahsedilecekse parti liderlerinin demokrasisi demek daha doğru olacaktır. Seçme ve seçilme hakkı sadece lidere ait. Oysa çelik çomak oynamak seçimcilik oynamaktan daha demokratik. Hasbelkader taraflar eşit haklara sahip.
Bu kirlenmişliğin içinde ne memleket sevdası ne gelecek nesiller ne de halk kalır. Siyaset, bir avuç siyaset tüccarının tekelinde, hanedan usulünce kurgulanmış bir oyundan öteye gitmez oluyor. Yalan vaatlerle kandırılan yoksul halk kitlelerini kendine siper edinen siyaset tüccarları yüklerini vurarak peyder pey çekiliyorlar tarih sahnesinden. Ya da bir ömür kendine ve nesline siyaset mesleğini icra edeceği mecralar yaratıyorlar. İktidarından muhalefetine sayısız dönem milletvekilliği yapanlar bariz örnektir. Ülkede başkaları yokmuş ya da toplumun tek kafası çalışanları bu efendilermiş gibi. Rüzgar nereden eserse o yöne meylederler, ilkesiz, amaçsızdırlar. Siyasette tek kaygıları ve amaçları nemalanmaktır. İhale kovalar, kredi hortumlar, iş takipçiliği yapar. İşin özü bir tüccar gibi kaç koyup kaç alırım derdindedir.
İş bu kadar ayağa düşünce idealler, ideolojiler, davalar hak getire. Memleket mi? Sadece tezgahlarını açtıkları pazar yeri. Hal böyle olunca ve çark dönünce iktidardaki iktidardan gitmemek için bin türlü yola tevessül ederken, muhalefettekinin de iktidar olmak gibi bir ihtiyacı kalmıyor. Yeter ki kurdukları düzen bozulmasın. Arada dostlar pazarda görsün minvalinde gürleyen ama yağmayan kükremeler ile muhalefetçilik oynayanlar. Anlayacağınız ülke siyasetinde işler tıkırında.
İşin bir de büyük laflar eden bir kesimi var ki onların da durumu pek farklı sayılmaz. Halkın yanında halktan yana söylemler ve iddialarla ortaya çıkan, önemli bölümü de bu söylemlerinde samimi olan siyasi oluşumlar, mesele işin esasına gelince yollarını şaşırmaktan geri duramıyorlar.
Ortaya koydukları talepler ve dile getirdikleri prensipler bağlamında bakıldığında ilkeli davranmaları halinde yan yana gelemeyecekleri kuvvetlerin zaman zaman yedeğine düşmekten kurtulamıyorlar. Daha somut ifade etmek gerekirse; Sosyalist olduğunu ifade eden, talep ve beyanlarını bu çerçevede şekillendiren siyasi parti ve çevreler ne hikmetse baş düşman ilan ettikleri emperyalizminin “kara gücüm” dediği yapının dibinde bitiyorlar. Nasıl bir uyumdur, nasıl bir uyuşabilmedir anlaşılır değil. Tek amaç meclise kapağı atmak mı? Temelde ilkesizlikle başlayan bir sürecin kime hele halka ne faydası olacak? Ki son on yıldır bu şekilde meclise girenlerin temelde savundukları ideallerle bir bağlarının kalmadığı ortada. Arada kükremelerine hiç ama hiç aldanmamak gerek. Dünyada ve ülkede yaşanan tüm kötülüklerin müsebbibi olan emperyalizmin ateş gücünü arkana alıp meclise girersen orada emperyalizmin cinayet şebekesi NATO’ya hayır diyemezsin, diyemedin. Ne kadar efelensen boş, ne kadar kükresen beş para etmez.
Bir de ne şiş yansın ne kebap diyen bir tayfa var ki onların durumu hepten fena. Lafa gelince anti-emperyalizmden, bağımsızlıktan, laiklikten, kamuculuktan dem vuran, kimseye söz sırası vermeyen bu arkadaşlar; mesele işbirlikçiye işbirlikçi, vatan hainine vatan haini, şeyh-seyit heveslisine gerici demeye gelince bir anda utangaçlaşıyorlar. Bunlar da mahcup sosyalistler, istemem arka cebime koy diyenler. Halen bulanık gören bu arkadaşların yakın zamanda ülke ve dünya gerçeklerini daha net görecekleri umuduyla kendilerini fazla da hırpalamak istemem.
En nihayetinde uzun lafın kısası ilkesizlik bataklığında debelenen ülke siyasetine siyaset demek ve halk lehine bir şey beklemek ne kadar doğru takdir sizlerin…
Author Profile
Latest entries
- Yazarlar15/07/2024Katiller “demokrasi”si
- ana manşet08/07/2024Solculuğun dayanılmaz ağırlığı
- ana manşet25/06/2024CHP ne yapabilir, ne yapmamalı?
- ana manşet16/06/2024Dünya savaşına doğru