Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin Milletvekili Can Atalay hakkında Anayasa Mahkemesi tarafından verilen ‘Hak İhlali’ kararına uymaması Anayasa’nın amir hükümleri kadar ruhuna ve hukuk düzeninin temel işleyişine açıkça aykırıdır.
Anayasa madde 153: “Anayasa Mahkemesi kararları kesindir. Anayasa Mahkemesi kararları yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar.”
Anayasa’nın bu hükmünden de anlaşılacağı üzere verilen kararı uygulamama gibi bir imkan en azından hukuken mümkün değil. Ancak AKP iktidarının 20 yılı aşan pratiği bu ve benzeri durumlarda sergiledikleri gayrihukuki örneklerle doludur. Bu Akp iktidarının ilk icraatı değil son da olmayacaktır. İşlerine gelmeyen mahkeme kararlarını tanımadıklarını bizzat Akp lideri defaatle dile getirmiştir. Özellikle aleyhlerine çıkan kararlara karşı hukuk tanımaz, ben yaptım oldu tarzı açıklama ve fiilleri herkesin malumudur. Verilen kararları tanımadıklarını beyan etmenin de ötesine geçmiş ve kararları uygulamamak için her yolu denemiş ve mübah görmüşlerdir. Hiç olmadı verilen kararları boşa çıkaracak yeni düzenlemeler yapmaktan geri durmamıştırlar. Hal böyle iken bugün gelinen noktada en üst yargı mercii olan ve anayasal düzeni korumakla yükümlü Anayasa Mahkemesi’nin kararını tanımamaları hatta işi bir adım daha ileri götürerek başka bir yargı mercii tarafından Anayasa Mahkemesi aleyhine işi suç duyurusunda bulunmaya vardıracak kadar pervasız olmalarında şaşılacak bir durum yok.
Yargıtay 3. Ceza Dairesi Anayasa Mahkemesi’nin hak ihlali kararı üzerine verdiği kararında “Bugüne kadar birçok terör örgütü veya üyesi tarafından hem sosyal medya hem de yazılı ve görsel basın üzerinden ya da ilk derece yargılamaları veya temyiz incelemesi sırasında gönderilen dilekçelerle sürekli tehdit edilen Dairemiz üyelerinin, bir de Anayasa Mahkemesi tarafından bu şekilde tehdit edilmesi esef verici ve manidar bulunmuştur.” Akla ziyan ifadeler kullanacak kadar gerçeklikten kopmuştur. Açıkça Anayasa Mahkemesi’ni terör örgütleriyle aynı kefeye koyan böylesi ifadeler içeren bir kararın Yargıtay Dairesi gibi üst derece bir mahkeme tarafından hem de oybirliği ile alınıyor olması olayın geldiği aşamanın vahametini ortaya koymaktadır.
Yaşanan süreç artık bir milletvekilinin hak araması veya haksızlığa uğraması noktasını çoktan aşmış, hukuk sisteminin geldiği çürümeyi ve yozlaşmayı ortaya koymuştur. Hukuk güvenliği ayaklar altındadır. Tuz kokmuştu şimdi kokusu ortalığa yayılıyor. Anayasal düzen bizzat yargı ve siyasi iktidar tarafından saldırıya hedef yapılmıştır.
Meselenin özü; hukukun temellerine yapılan bu saldırının aracı yapılan yargı mercilerinin bu cesareti nereden aldıklarıdır. Esas üzerinde durulması ve tartışılması gereken husus budur. Bir yargı mercii kendisi dahil herkesin uyması gereken diğer bir yargı merciini bu kadar pervasızca nasıl hedef alabilmektedir. Bu kamu görevi ifa eden üç beş hakimin kendi başına cesaret edebileceği bir durum değildir. Bu kararla hukuk güvenliği kadar yargının ve Yargıtay’ın güvenirliğine de büyük darbe vurulmuştur.
Bir kararı yanlış bulmak, yetersiz bulmak, eleştirmek de bir haktır ancak kendisini de bağlayan bir kararı yok saymak, uygulamamak için gerekçe olamaz. Bu durumda Yargıtay kararını beğenmeyen yerel mahkeme Yargıtay kararına, yerel mahkeme kararını beğenmeyen vatandaş yerel mahkeme kararına uymayabilir gibi bir sonuç çıkmaktadır ki hukuk sisteminin iflası da tam da budur. Aslında hukuk sisteminin geldiği nokta iflastır.
Bu cehennemin yolları 12 Eylül 2010 tarihli “Yargı Reformu” denilen akıl tutulması ile ve kasıtlı olarak bu durumlar hesaba katılarak planlı şekilde Fetullahçı çete ve yedeğindeki Akp iktidarı tarafından döşenmişti. O gün buna alkış tutan tatlı su solcuları ve neo-liberaller şimdi boşuna bağırıyorlar. Bu noktaya gelinmesinde katkı ve emekleri yadsınamaz.
Ne yapmalı?
Durum özet olarak yukarıda anlatmaya çalıştığımız minvalde gelişmiştir. Yargıda çürüme, yargıya iktidarın müdahaleleri, siyasi iktidarın silahı haline getirilmiş yargı yoluyla infazlar, saldırılar, yargının yargıyı yok sayması vb. daha da önemlisi bu kadar yıpranma ve yıpratılma üzerine gündemde olan yeni anayasa çalışmaları.
İşin bu tarafından baktığımızda ortada gayet iyi planlanmış bir senaryonun varlığı da akla gelmiyor değil. Yeni anayasa ile birçok kavram, kurum, hak tartışılır hale getirilecek hatta yeni anayasada ortadan kaldırılacak. Bahse konu kurumların başında Anayasa Mahkemesi’nin olduğu bugün itibariyle aşikar olmuştur.
Yapılacak en doğru iş Anayasa değişikliği girişimine karşı toplumu bilinçlendirmek, örgütlemek, Cumhuriyet mevziisini tahkim etmek olmalıdır. Saldırının hedefleri farklı zamanlarda iktidar sahiplerince dile getirilmiştir. Cumhuriyet bütün kurumlarıyla hedeftedir ve tasfiye edilmek istenmektedir. Bu sebeple mevzilenmenin esasının Cumhuriyet olduğu açıktır. Burada bütün yurtseverler, devrimciler, Kemalistler, Sosyalistler Cumhuriyet mevzisinde toplanmalı ve direnmelidirler. Çürümeye dur diyebilecek, bu hayasız akını püskürtebilecek tek kuvvet halktır. Halk meşru direnme hakkını kullanacak ve bu gidişata dur diyecektir, demelidir.
Author Profile
Latest entries
- Yazarlar27/04/2024Anadolu
- Yazarlar21/04/2024Haddini bil Mr.
- ana manşet15/04/2024ABD muhipleri
- Yazarlar03/04/2024Puslu havayı kurt sever