Yıllar önceydi, Ahmet Özal katıldığı bir televizyon programında, “Babama bu ülke için yaptığın en büyük hizmet neydi? diye sordum, ben insanların zihniyetini değiştirdim, cevabını verdi.” demişti. O zaman da bir gurur ifadesinden ziyade itiraf niteliğinde bir cevap gibi algılamıştım Turgut Özal’ın oğluna yanıtını. Dediği doğruydu. 12 Eylül sonrası cunta eliyle ekonomik ve siyasal programları yürürlüğe konulan ve Başbakanlığa çıkartılan Turgut Özal, neoliberal küresel sisteme uyumlu şekilde uygulamaya soktuğu politikalarla bu toplumun “zihniyetini” değiştirmişti.
Ünlü Macar düşünür Karl Polanyi’nin Büyük Dönüşüm isimli meşhur kitabında yer verdiği bir tespit, Türkiye’deki Turgut Özal Başbakanlığında yaşanan bu zihniyet değişimini anlamaya çalışırken akılda tutulması gerek diye düşünüyorum. Mealen şöyle diyordu Polanyi: “Bir değişimi anlamak için önemli olan değişimin yönünden ziyade değişimin hızıdır. Bir toplum değişime ne kadar sürede adapte oluyorsa, değişimin etkisi o denli köklü veya cılız olur.”
Türkiye toplumu, 12 Eylül sonrası şiddetlenen siyasal İslamcı ve piyasacı kuşatmanın kırk yılı aşkın süredir içerisinde mahsur bulunuyor. Sosyal yaşamdan siyasal alandaki söylemlere, ekonomi politikalarından doğaya ve insana bakışımıza kadar tüm algılayışlarımız ve yaşam pratiklerimiz bu kuşatma altında değiştirilmeye ve dönüştürülmeye çalışılıyor.
Banker Kastel’ler ile başlayan dolandırıcılık veya daha naif bir ifadeyle söyleyecek olursak “hızlı yoldan köşeyi dönme” arayışı, günümüzde kripto para veya Dilan Polat örneğinde gördüğümüz tüketim çılgınlığı üzerinden genç nesillere pompalanıyor. Arkadaşlık, dostluk, aşk… bunlar kullanılıp tüketilebilen birer meta olarak duygulanımın tamamen dışına çıkarılmış nesnelere dönüştü. Herkes rekabet etmeli ve herkes birbirinin sırtına basarak yükselmeli! Çünkü kapitalizmin tüketim çılgınlığı yarışında herkesin bir “muadili” var…
Adına “değişim” denilen bu çürüme, sadece sosyal yaşamlarımızı etkilemiyor. Siyasal alanı da yine piyasa mekanizmasıyla uyumlu siyasal İslamcı motiflerle muhafazakarlaştırıyor. Laik devlet düzeninin aşınması, tam da bu politik muhafazakarlaşmanın gerçekleştiği bir iklimde tepkisiz ve “sessiz karşı-devrim” eşliğinde sürdürülüyor. Bir üst mahkeme olarak Anayasa Mahkemesi’nin kararının alt derece mahkemesi tarafından tanınmaması bu çürümenin sebebi değil sonucu olarak karşımıza çıkıyor. Yolları adım adım döşenen ve her ne yapılırsa yapılsın toplumun sessiz kalmasına yol açan bir “kanıksama” halinin oluşması, tam da Özal’ların “zihniyet değişikliği” kavramını tanımlayan bir sürecin Türkiye toplumunu getirdiği yeri anlatıyor.
Kadın ve iş cinayetlerinde dünya liderliğine oynayan, en az her iki kişiden birinin açlık sınırının altında yaşadığı, üniversitelerinde barınamayan ve beslenemeyen gençlerinin, kaldırım köşelerinde mendil satan çocuklarının olduğu bir ülke yaratıldı. Asgari düzeydeki hukuksal ve kurumsal yapının bile askıya alındığı bir ortamda klasik burjuva demokrasisinin sandık oyunu ise oynanmaya devam ediyor. Birbirinin alternatifi olmaktan ziyade, Özalvari “zihniyet değişikliğinin” payandası olan siyasal parti ve aktörler yerel yönetimlerde parselleyecekleri alanların yarışına şimdiden başladılar. Sormak lazım; Anayasa Mahkemesi kararının dahi tanınmadığı bir ülkede, seçimlerin ve dahası insan yaşamının güvencesi nedir? Toplumun siyasal tercihlerini sandığa yansıtabileceklerine dair bir güvencemiz var mıdır?
Bu soruları sormayan, sormadığı için çözüm de üretemeyen parti veya onların çiçeği burnunda adayları, mahallemizde, şehrimizde, ülkemizde ve emperyalistlerin savaş alanı haline getirmeye çalıştığı coğrafyamızda hangi sorunları çözebilir?
Çürümenin ortasında bir seçim oyunu yeniden sahneye sunuluyor. Düzen siyasetçilerinin aday derdine düştüğü, düzen dışı yurtseverlerin ise toplumun beklentilerini örgütlü bir güce dönüştürecek merkez inşasını tamamlayamadıkları bir Türkiye tablosunda çürümenin önüne geçebilmek ve esaslı “değişimi” gerçekleştirmek her geçen gün daha da zorlaşıyor.
Author Profile
Latest entries
- Yazarlar23/04/2024Yaşıyor mu 23 Nisan?
- Yazarlar16/04/2024Küresel sermayeye teslim olmak
- Yazarlar01/04/2024Türkiye’nin seçimi yeni başlıyor
- Yazarlar27/03/2024Parti ve teori