İnsanın Üretkenliği ve Oluşumu
Marks’ın 1844- el yazmalarında edindiğim genel bilgi şudur: “insan direkt-dolayımsız doğanın bir canlı türüdür. Bu ifadenin doğrulanabilir yanı ise şöyle açıklanabilir:
Çıkış noktası olarak insanın türsel bir varlık olarak biyolojik ve maddi doğanın oluşumu içinde ve bağlamında anlaşılması, insanın yaşam serüveninde oluşan belirli ve belirsiz her tür olay ve olgudan bağımsız olmadığını ve doğa bilincinin insanın bilinç ve akıl yürütmesi ile oluşarak, doğa, insan tarafından anlaşılır hale getirildi diyebiliriz. İnsan bilincinin içeriğinde insanın doğası vardır. Doğa/tabiat yani (das Sein) /Olmak halinde var olan ve şiirde ya da bilimsel olarak özellikle fen bilimlerinde tarif edilen doğa Olmak /Sein halinin en yalın hali olarak görülmektedir.
Diğer yandan farklı boyutlarda anlatılmaya çalışılan doğa plastik sanatının her türünde de dile gelmektedir. Doğa, gizemli ve sezgisel düşüncenin oluşumunda önemli veriler sunar. Bu verileri duyu organlarımızla sağlarken, bunların desteği ile, sezgisel düşün hayatının örnekleri ile sanata, edebiyata ve şiire yöneliriz. Herhangi bir doğa tanımı sanatı gereksiz/olanaksız kılabilir.. Şiirin canlılık kazanması, doğanın anlatımını yeğlerken, yapılabilecek tanım bunu engeller.
Doğa özerk olduğundan, onun özerkliği bilim ve sanatı canlı kılar. Doğanın hareketi ve onun jeolojik katmanları arasında olan bağı ve türlerin yaşam biçim ve tarzları bir hareketi beraberinde getirir ki, bu bir dönüşümdür ve değişimdir. Değişim doğanın bir esasıdır. Değişim bir sanat olayının konusu olabileceği gibi değişen somut doğanın işlevsel özelliklerinden ötürü, canlı hayatın yaşam tarz ve hayatın hep yeniden bir mana için, yeniden üretimi ile insanın oluşumu ve evrimsel diyalektiğin izdüşümü olarak karşımıza çıkmaktadır. Doğanın otonom/özerk ve hareketi kendine içkin olan hareket ve esaslardan oluştuğuna göre, bu esasları rafa kaldırdığınızda metafiziksel soyutlamanın çerçevesine haps olursunuz. Hurafelerin ağından arınamamış insan, kendini yeniden üretemez. Doğa ile bütünleşemez ve özellikle ona yabancılaşır. İşte bu yabancılaşma onun Olmak /Sein yalın halinden uzaklaştırırken, insan- doğa ilişkisi konflikt odaklı çatışmacı bir ruha bürünmesi kaçınılmaz bir olgudur artık. Bu, genelde tarihsel bilinçdışının bir tezahürü olsa da, modern bilincin yarattığı durum yani kapitalist üretim tarz ve ilişkisinin doğanın özerkliğine ve hareket esasına epeyce yabancı ve yoz kaldığını söyleyebiliriz. Dolaysıyla, doğanın sunduğu yaşam olanaklarının derin özünün, insan tarafından kavranılmış şekli, problemli, pek sakat ve nevrotiktir.
İnsan, özellikle biyolojik bir olanaktır. Biyolojik enerjimiz sadece geçmişin tarih ve tarih öncesi zamana ait değildir. O aynı zamanda geleceğin enerjisidir. Geleceği içinde taşıyan bir/bu olanak yaşamı olası kılmıyor sadece, zaman ve ansal mekanizmanın mekan bilincini de yaratıyor. İnsanın var olama çabası büyük ve ihtişamlı mücadelesi sonucu günümüze tarihsel veriler, tecrübeler, antik kentler ve dolaysıyla doğanın özerkliğinden, kültürel özerkliğini kazanmış birey ile ulus ve toplumları beraberinden getirmiştir. İnsanın Olmak/SEİN denilen serüvenü uzun bir tarihi ve tarihsel mirasının hikayesinde enteresan bir Ethos, Pathos ve Logos argümanlarını bulursunuz. Bu onun öyküsüdür ve mitosudur.
Doğa subjelerden oluşan subjeler topluluğu değildir. Doğa, insan ve subje arasında kalan salt bir obje de değildir. Doğanın oluşumunda Obje ve Subjenin iç içe geçtiği bir durum söz konusudur. Yaşamın kaynağı subje ve objenin bütüncül birliği içinde oluşmuş olarak, insanın oluşum serüveni de bu bütüncül olgunun içinde yer aldığını ifade etmeliyim. Diğer yandan insan, doğanın dışında kaldığını düşündüğünde, doğa ve insan ilişkisi nagatif bir anlam ve manaya dönüşebilmektedir.
Diğer yandan herhangi bir canlı ve canlı esasın özelliği, diğer bir canlının özelliğinden kaynaklanmıyorsa, o canlının ve canın esasını oluşturan özelliğinin belirleyici yanı ve var olmanın belirleyiciliğini tayin edemez. Her canlı diğer bir canlının devamı olarak doğanın obje- ve subjelerinden oluşan bir bütündür dolaysıyla. Bir nesnem varsa, o nesne beni nesnel olguya dönüştürmüştür bir bakıma.
Dolaysıyla doğasal özellik, kendi doğasını dışsal bir zeminde bulabilendir. Bu durum ve olgusal var oluş, elementler yolu ile açığa çıkarken, Hegel’in ifadesi pek açıklayıcı geliyor bana : “En Dışsal olan aynı zamanda en içsel olandır.”
Doğanın var oluş özelliği diyalektik yasanın içkinliğinde anlaşılır bir yasa sunuyor bize bir açıdan ve bir çok açıdan ise gizemli soruları oluşturmamıza vesile olmaktadır. İşte o özel ve özerk yasa, doğanın diyalektik özerk yasasını betimlemektedir: her doğa olayı ve esaslı özelliği içsel ve dışsal olmak üzere sıkı bir bağ ile bağlı ve bir birinden ayrılmaz elementlerden oluşur. İnsan bu elementlerden kendini izole edemez, zira ona bağımlıdır, her canlı tür gibi.
Marks ve Engels’in 1844 el yazmalarından bir ifade ile bitirelim: “Ürün kavramı yüksek bir anlam ve mana taşımaktadır ve o/bu kavram insan faaliyetinin bir sonucudur”. – “ bu/ ist Resümee der Taetiğkeit” tır .
Author Profile
Latest entries
- Yazarlar28/06/2024İnsana içkin, ancak transendental/ A priori kavramların insan için umut veya umutsuzluğu
- Yazarlar21/06/2024Bilinçdışının gizemi ve cazibesi ile hazzın determinist özelliğinde emek-işin ontolojik kriteri
- Yazarlar13/06/2024İnsan oluşumunun diyalektiği ile doğa determinizmi üzerine bir söylem/diskurs-2
- Yazarlar06/06/2024İnsan oluşumunun diyalektiği ile doğa determinizmi üzerine bir söylem/Diskurs