Dogma; eleştirisiz ve tarih dışı, tarihsellik arz etmeyen metafiziksel düşüncenin bir yansıması olarak kabul edebileceğimiz skolastik kavramı, etimolojik olarak ‘La Schola’ sözcüğünden türetilmiştir. 9. yüz yıldan 16. yüz yıla kadar etkisini sürdüren bir ortaçağ akımı olarak kilisenin felsefesi olarak da geçerlilik kazanmıştır.
Mekanik ve hurafe dolu bir anlayış/tarz içinde kilisenin egemenliğinde sürdürülen eğitim skolastik /okul felsefesinin dayandığı temel ve tek ilke şuydu: Hiçbir şey ve inanç tartışılmadan ve sorgulanmadan ezber odaklı belleklere kazınacaktır; bu kriter içinde sürdürülen eğitim, kitlelerin fakirliğini ve cehaletin zirve yaptığı bir dönemde Rönesans akımlarının oluşmasına büyük ve tetikleyici nedensellik oluşturmuştur.
Hristiyan felsefesinin birinci büyük dönemi Patristik felsefe (Kilise babalarının felsefesi) dönemidir. Bu dönem Platonculuğun yeniden doğuşu ve kurucusu Johannes Scottus Eriugenna dır. İkinci yükseliş döneminde Albertus Magnus ve tarihte ikinci Agustinus diye geçen Anselmus, Skolastizmin gelişmesine önemli roller oynamışlardır.
Buna göre, skolastik felsefe, temelde önerdiğinin kritik dışı olduğunu nasıl anlıyoruz ? Bu özelliği açıklayan en önemli betimleme şudur:
“İnandığımız için değil, düşündüğümüz için inanıyoruz” Bu kritere göre insan, inanan bir varlık olarak, inançtır sadece. O, bir düşüncedir; o halde düşünce eleştirisizdir ve eleştirinin hedefi değildir.
Eleştirilmeyen düşünce ve fikir dogmatik alanda kalır. Tartışılabilir ve şüphe oluşturan düşünce inanca karşıt bir durum oluşturduğu için, erdemli sınıfına giremez. Tarih ve eleştiri dışı olan düşünce toplumsal özelliğini de yitirir. Ancak insan ve topluluklara kabul ettirilen “düşündüğünüz için inanıyorsunuz” betimlemesini doğrulamak veya yanlışlamak olası dışıdır. Olasılıklara izin vermeyen bu ifade ve telkin, insanın bir girdap içinde kalmasını kalıcı kılmaktadır.
Son dönemlerde Milli Eğitim Bakanlığının yaptığı dinsel içerik ve dogmalarla dolu olan ve müfredata sokulan bu skolastik anlayış ile eğitim tarzı, Hıristiyan Ortaçağ Avrupa’sından alınmış bir modeldir. Bilimsel ve epistemolojik düşün tarzına aykırı olan bu skolastik anlayış Türkiye halkının tarihine uygun değildir. Çocuk yaşta olsun yada olmasın bu tarz skolastik modeller çocuklar üzerinde travmatik ve trajik sonuçları beraberinde getirecektir. Çocukların düşün yetilerini elinden alan bu tür model ve uygulamaların sürdürülmesi genç dimağlar üzerinde göstereceği olumsuz etkileri gelecek zamanlarda mutlaka görülecektir.
Evet, konumuzun içkinliğinde hareket edersek:
Skolastik düşünce tarzına örnek olabilecek bir diğer söylem ise; “.kötülüklere sürüklenmek günah değildir, tersine erdem gereğidir, zira her erdem bir savaştır, her savaş bir düşman ister, günah eylemde değil, niyettedir” Burada skolastik felsefenin yeni bir evrilme içine girdiğini gözlemlemekteyiz. Aforoze edilen düşünür Abaelardus; isteği, eylemi ve niyeti birbirinden ayır ederek skolastik felsefenin de ortadan kaldırılışına sebep olmuş ve platonculuktan Aristoteles’e yönelim, Kilisenin mecburi istikameti olmuştur.
Skolastik dönem Hıristiyan kilisesinin inaklarına (hurafeler ve dogmalar) Aristocu yaklaşımın bir tezahürü olarak bilimsel temellendirme çabaları eklenmiş olarak, A. Thomas, “ evreni alemlerin en iyisi olarak görür; ruh insanı iyiye ve beden ise kötüye götürür: tabiat bir özdekler (madde) ve biçimler merdivenidir, Bir merdiven, diğer bir merdivenin sonucudur”. Sebep ve sonuç ilişkisinin düşünüldüğünü gözlemlemekteyiz adeta bu betimlemede.
Bu bağlamda oluşan yeni anlayış şu önermeyi doğuruyor: skolastik felsefe, Aristoteles’çi yaklaşıma paralel olarak; tümeller gerçek olmayıp/sayılmayıp, birer işaret ve sembollerden oluşur , hatta birer addan /isimden esinlenerek meydana gelirler. Bu akıma adcılık akımı diyoruz. Adcılık akım, nominalizm hareketi olarak 14. Yüz yıla kadar süreklilik göstermiştir.
Dinsel düzlemde akılcılığa karşı olan skolastik felsefesi, insanı küçümseyen ve bireyin kendini belirleme hakkını onaylamadığı için, kendi karşıtına dönüşerek, Hıristiyanlığa zarar vermiştir. Bu olguyu son dönemlerde dinsel içerikli skolastik uygulamaları ülkemizde de gözlemlemekteyiz.
Kısa ve öz olarak skolastik –dogmatik felsefe diyalektik dışı, eleştiriye kapalı salt ve sadece inaklardan oluşan naifliğin ve en hafif deyimiyle insanın inanç doktrinliğinde ve dikte edilen inancın gereği olarak, siyasi sahada grupçuluğun, parçalanmışlığın ve bölünmüşlüğün ta kendisidir.
Toplumun oluşumunu engelleyen ve geleceğini belirleme iradesine el koyan skolastik düşünce, tarikatların egemenliğine düşen insanın, en kötü durum ve koşullarda dayanma gücünü ve afyonlaştırılan insanın kötülüklere sabretmesini ve acıyı bal eyleyerek yaşamak zorunda bırakılmasına neden olmaktadır.
Tarikatlara bölünmüş bir toplum ortak paydada buluşamaz. Sevinç ve tasada aynı yerde duramaz. Dolaysıyla henüz bir toplum değiliz. Toplumun bölünmesi halkın bölünmesidir. Dogmalardan çıkış; bilimsel laik eğitim ve bunun zorunlu sonucu olarak, demokratik hukuk düzleminin egemen olduğu bir sahada her insan ve kişi veya tüzel kişilikler /kurumlar yeniden işlevsellik kazanarak toplumun oluşumunu sağlamaları zor da olsa, bu imkansız değildir.
Author Profile
Latest entries
- ana manşet03/10/2024Depresyon ve etkilerinin sonucu, sosyo-kültürel ve eko-nomik-lojik yaşamsal bozukluk – bağın dağılmasıdır-2
- ana manşet26/09/2024Depresyon ve etkilerinin sonucu, sosyo-kültürel ve eko-nomik-lojik yaşamsal bozukluk – bağın dağılmasıdır
- ana manşet19/09/2024Sermayenin hegemonik niteliği ile saf öznenin eleştirisi
- ana manşet12/09/2024Yaşam-ın-dan koparılan çocuk