Marksçı semptom anlayışı, maddenin hareket biçim ile ona özgü olan enerjinin insan aklı ve gerçeği ile özümsenerek kavranması doğanın diyalektiği açısından da bir anlam ve odaklanmamız gereken insan ve doğa ilişkisini gözlemleyebilmek ile bir yaşam formu ve betimlemek için önemli atılımlar gerçekleştirdiğimizin veya geliştirdiğimizin gerçeği ile yüz yüzeyiz.
Emek teorisinin gelişimini Engels’e borçluyuz ve onun eseri olan ‘Doğanın Diyalektiği’inde ele alınan ve yaşamın tanımında şöyle der: “ …yaşam, protein cisimlerinin varoluş tarzıdır”. Bu belirleme, yaşamın kökeni hakkında bize pek önemli ve temel ipuçları vermektedir.
Nedensellik, gereklilik ve olasılık, temel kategoriler olarak, diyalektik olgunun anlaşılması ve yargısal algı, etik, ahlak ile tümdengelim ve tümevarım ilişkisinin içselliği ile doğa bilimlerin gelişim süreçlerine atfen oluşan varsayımlar, tezler ve gözlemler sonucu, insanın elde ettiği tüm veriler, yaşamın emekten ve bilgi ediniminden kaynaklandığını kanıtlamaktadır.
İnsanın evrimleşme süreci ile üretilen araçlar, bu süreç içinde elde edilen tecrübe ve yetilerin akümülatif işlevi sonucu, insanın fizik yapısı da bu geliştirilen araç ve gereçlerin oluşturulmasında diyalektik ‘gereklilik’ vardır.
Yaşamın kaynağında olan ‘olasılık’ protein, bir zorunluluğa dönüştüğüne göre insan ve diğer türsel canlılar proteinsiz yaşayamazlar demektir.
Semptomun oluşması ise bu protein kaynağının yaşam formlarında farklı ve asimetrik olarak elde edilmesidir.
Şimdi kapitalist sınıfı eleştirirken 3 ana kategoride eleştirmek gerekmektedir, bir gereklilik olarak: a) Kapitalizmin fonksiyonal/işlevsel eleştirisi, b) Kapitalizmin ahlaksal /moral değerleri içinde eleştirilmesi ve c) Kapitalizmin etik eleştirisi
Bu ana imperatif kategorilerde sermayenin eleştirisi yapılırken salt akıl yetmez; zira bu eleştiri ve onun meşru gerekliliğini ortaya koyan bütünsel yargı ve eleştirinin bu üç türden hareket edilerek sağlama alınmalıdır.
Marks’ın Kapital eserinin 3. Cild- ve 784.(MEW Kapital 3. Band-25) sayfasında kapitalizmin öznelliğine en uygun olan şu ifadeler günümüz dünyasına da ayna tutmaktadır: zira büyük halk filozofu ve ozanımız Yunus Emre’nin mülk tanımında şu dizeler yer alır: “ mal da yalan, mülk de yalan, hadi gel, sen de oyalan…”. Marks da ise buna paralel bir anlam buluyorum: “Gelişmiş toplumsal formasyonda, yerkürede her bir bireyin elde ettiği özel mal ve mülkiyet haz ve lezzetten o kadar yoksun hale gelmiştir ki, bir insanın mülkiyeti diğerinin mülkiyetine olan hazzı ve lezzeti düşürmüştür. Böylece; bir toplum, bir ulus ve tüm diğer toplumsal topluluklar yerkürenin sahibi değildir. Onlar birer işgal ve bununla meşgul olanlar ve oyalananlar olarak faydacı birer keyif çatanlar olarak karşımıza çıkıyorlar. ”
Semptomun oluşum meselesinde bu tanımlama kapitalizme yönelik yapılan eleştiri, bir etik içerik taşımaktadır. Kapitalist toplumun yarattığı yabancılaşma sürecinde, insanın insana ve ürettiği değere yabancılaşması, moral değerleri açısından, bir insanın diğer bir insan üzerinde egemenlik kurması ve iktidar ilişkisi içinde aşağılık kompleksine kapılması, kaçınılmaz olarak ruhsal soğuk algınlığına (Depresyon)-a sürüklenmesine neden olur. Semptom oluşumunun kaynağında böyle bir süreç söz konusu olduğuna göre emekçilerin sendikal haklarının genişletilmesi de tabii bir gerekliliktir. Vahşi üretim koşularının zemin bulmaması için bu tür haklar çalışan insan için önemli bir güven ve özgüven kaynağıdır.
Patolojik gelişim içinde olan kapitalizm, çeşitli periyotlarda krize sebep olan işlevsel kritiği beraberinde getirmektedir. Ekonomik krizler ve savaşlar bu ekonominin oluşumunda ana kaynaklar olarak emeğin sömürülmesi ile baş gösteren semptomlar insan semptomlarına da dönüşmektedir. Ünlü Fransız Psikanalist Lacan, Marks’ın, asimetrik ekonomik koşulların hakim olduğu, emeğin sömürüldüğüne ilişkin yaptığı saptama ile “ semptom kavramını icat eden ilk kişi olarak karşımıza çıkmaktadır” der.
Lacan’nın bu tezi salt bir espri değildir. Eğer, Marks freudiyen kültür bağlamında, semptom kavramını insan yaşamında toplumsal bir sonuç olarak bireyin hayatını etkileyen ruhsal ve ekonomik sistem ve semptomları bakımından en temel hastalıklara maruz kalmış insanın elinde farklı temel afyonların kullanılması kaçınılmazdır.
Psikanaliz yoluyla elde edilen içerik, meselenin gizemi/sırrı olarak, Marksçı anlayış içinde, metanın değeri ile elde edilen gizem bir benzeşme yaratmaktadır. Metanın biçimi ile psikanalizin başvurduğu rüya çözümlemelerin altında yatan teorik zekanın ortaya koyduğu sırrın, insanın meta ve mana üretiminin rüyada ki somut veri ve semboller aracılığıyla bir yanıt bulabilmektedir. Bu bağlamda subje ve obje ilişkisinde hasıl olan insan ve öteki ile kurduğu senaryolardan ötürü mana ve madde ilişkisine takabül eden bir pozisyon ve anlamı ortaya çıkarmak ve çözüme gitmek fevkalade bir semptom içeriğini bize sunmaktadır.
Paranın (meta) sıradan maddi bir nesne olmadığı açıktır. Libidal enerjiye içkin olan paranın akışkan özelliğinden ötürü insan davranışlarının biçimlenmesinde özgün role sahiptir. Para deneyimsel değil, adeta yüce bir malzemedir. Emeğin yerini alır ki emek görünmez, ama para, emeği himayesine alarak kişiyi kendisine bağlar. İnsan psişesinde yer alan para, bir makam elde eder. Bu makam, zihinde en güçlü anlamı elde etmiştir artık. Akışkan para libidoda akışı hızla sağlar. İşte o makam dokunulmaz olandır. O, masum değildir. Bu yücelik insana atfedilmiş bir değer olarak hem yıkıcı ve hem de yaratıcı bir değer olarak varlık ve hiçlik içinde olan insanın en önemli semptomlara maruz kalıp ancak mazhar olacak nitelik içinde, yaşam kaynağında yer alan ‘proteinli cisimlerin’ kapsamında yer alan etik değer taşıyan insanlaşmanın bir gerekliliği olarak sevgi, empati ve merak edebilme yetilerinden yoksun kalabilmektedir.
Diğer yandan histerik ve şizofrenik semptomlar kapitalizme özgüdür. Onun sözde demokrasi anlayışında yer alan sınıfsal hakimiyet, insanın daha çok direnmesine sebep olacaktır. Çünkü bu sistem semptomları ile histerik üretim içinde obezit insanı yaratandır.
Hem fast food ve hem de diyet uygulamaları bu histerik durumu çok iyi açıklamaktadır. Kirletilen doğanın ekolojik sorunları içinde insanın güzellik kıstas ve arayışları da kendine özgü semptomlarını da beraberinde getirmektedir. Bu histerik toplumun cinsel arzuları ve sözde cinsel devrimi (Türkiye deki cinsel hareket) yoz ve vahşice yapılmaktadır. Cinsel arzularının ve hazların denetimini yapamayan birey, aslında insan, kapitalist toplumun histerik cinsel anlayışı ile örtüşmektedir. Bu anlayış metaya dönüşen bir arzunun, aşkı yok etmesi ile sonuçlanması, ruhsal ve içsel empatinin yoksunluğuna sebep olmaktadır.
Olmak, en iyisi, sahip olmak ise en kötü insan özelliğidir. İnsan üreten ve sosyal –kültürel bir varlık olarak şen bilimlerin içinde esenlik de olabilir. Her türlü varlığı emniyette olan insan, dürtüsel mülkiyet anlayışından uzaklaşabilir. Bu zor, ama imkansız da değildir.
Author Profile
Latest entries
- Yazarlar16/05/2024Düşünce ve Akılcılığın Yıkımı
- Yazarlar09/05/2024Çevre ve ekolojik koşulların toplumsal krizi
- Yazarlar02/05/2024Marx’ın semptom kavramını bulması ne işe yarıyor?
- Yazarlar25/04/2024SEİN UND WERDEN