Anti-emperyalist milli kurtuluş mücadelesiyle kurduğumuz Cumhuriyet rejimine karşı ayaklanan feodal ağa Seyit Rıza’nın, devrimci iktidar tarafından idam edilmesinin üzerinden 86 yıl geçti. Seyit Rıza’nın idamının yıldönümünde, “komünist başkan” olarak tanınan Tunceli Belediye Başkanı Fatih Mehmet Maçoğlu, sosyal medya hesabından Seyit Rıza ve mürşitlerinin fotoğrafının yer aldığı bir resmi “anılarına saygıyla” mesajıyla birlikte paylaştı. Paylaşım sosyal medyada hızla yayıldı ve haklı eleştirilerin yanı sıra hatırı sayılır oranda destek mesajı ve beğeni de topladı.
Bu yazının amacı, Fatih Maçoğlu’nun kendisini veya doğrudan paylaşımını hedef almaktan ziyade, Türkiye’de “muteber bir komünist” olmanın yolunun feodal ağaları “saygıyla anmaktan” geçmesini sorunsallaştırmaktır. Bununla beraber, Maçoğlu’nun da sıradan bir isim olmadığını, geçtiğimiz Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde sol-sosyalist partiler tarafından Cumhurbaşkanı adaylığı için isminin sıkça zikredildiğini ve önümüzdeki yerel seçimlere doğru giderken birçok sol-sosyalist partinin “örnek” olarak gösterdiği bir siyasi figür olduğunu da akılda tutmak lazım. Buna rağmen tartışmayı Maçoğlu özelinde gerçekleşecek bir eleştirinin ötesine taşımak gerekiyor. Çünkü, Maçoğlu’nun Seyit Rıza anmasını Türkiye’de paylaşan ve kendisini çeşitli sıfatlarla “solcu, sosyalist, komünist, ilerici” olarak tanımlamaktan geri durmayan bir kitlenin varlığı açıkça görülüyor ve bu anlamda böylesi bir kitlenin beslendiği ideolojik sapmanın ortaya konulması gerekiyor.
“Etnik Kimliğine Göre Solcusun”
Bu ideolojik sapmanın kökeni, sosyalizmin içerisine “küreselleşme” dalgası ile pompalanan kimlikçi siyasetle açığa çıkmaktadır. “Orta Çağ solculuğunun” tipik göstergesi, ağaları ve tarikat liderlerini sırf etnik kökeninden dolayı övecek hale gelmenin acınası halidir. Bu “komünist”lerimiz, Cumhuriyet karşıtlığında feodal unsurlarla birleşmeyi ilericilik olarak pazarlamaktadır. Bir bakıma bu paradoks, bizlere “aydınlanmacılık/modernizm sonrası” olarak tarif edilen postmodern anlatının monşerliği ile Orta çağ yobazlığının kesişim kümesini vermektedir. Kimlikçi siyasetin varacağı yer bu kümenin boş göstereni olmaktır. Maçoğlu ve sosyalizmi kimlik siyasetine bulayarak feodal unsurların önünde “saygıyla eğilenler” boş gösterendir. Siyasal İslamcı kuşatma ile mücadele içerisinde olan yüz yıllık Cumhuriyetimizin bir diğer ideolojik mücadele hattını bu “Orta Çağ solculuğu” olarak tarif edebileceğimiz kimlik siyaseti oluşturmaktadır. Her iki kesim de karşı-devrim sürecinin ayrılmaz iki unsuru olarak Cumhuriyeti ve Cumhuriyet Devriminin kazanımlarını karşılarına almaktadır. Yazının ilerleyen kısımlarında özetlemeye çalışacağımız gibi, tüm dünyada ve Türkiye’de, sosyalizmin ve ilericiliğin gerçek turnusolü, bu karşı karşıya gelişteki saflaşmaya göre açığa çıkmaktadır. Türkiye’nin gerçek yurtsever ve sosyalistleri, insanlığın ve ülkesinin ilerici-devrimci birikimini “içererek aşmanın” yol ve yöntemlerini bularak ve bu programa sahip öncü bir güç inşa ederek başarıya ulaşacaktır. İnsanlığın yüzyıllar boyu süren tarihsel birikimi bu öğretinin dersleriyle doludur. “Muteber komünistlerimizin” anlaması için yazıyı uzatmak ve tarihsel gelişimi detaylandırarak okuyucuyu sıkmak pahasına bu gelişimi özetlemeye çalışalım.
Tarih Laboratuvarının Gösterdiği
Tarih, insanlığın en büyük öğretmeni. İnsanlığın ileri sıçrayışları kadar geriye dönüşlerini de kavramak ve bu dalgalanmaların temel dinamiklerini öğrenmek tüm büyük filozofların tarihsel okumaya ilgi duymalarına neden olmuştur. Bilimsel sosyalizmin kurucu ustaları, bu tarihsel okumayı üretim ilişkileri ve üretim biçiminin değişimi üzerinden anlamaya çalışmış ve üretim araçlarına sahiplik üzerinden tarih boyunca devam eden güç mücadelesinin sınıf mücadelesi olduğunu ortaya koymuşlardır. Bu kapsamda, tarih boyunca dönüşen tüm toplumsal biçimlenişler, sınıf mücadelesi ekseninde yer değiştirmekte ve yeniden üretilmektedir.
İçinde yaşadığımız kapitalist toplumsal yapının olgunlaşmasından önce dünyanın büyük bir bölümü yaklaşık bin yıl boyunca feodal ilişkilerin hüküm sürdüğü bir Orta Çağ dönemi yaşamıştır. Kapitalist üretim ilişkilerinin şekillendirdiği günümüzün toplumsal yapısıyla feodal dönemi birbirinden ayıran en temel özellik, ekonomi-siyaset ilişkisinin iç içe geçmiş olması, yani artığa el koyan güçle siyasal yönetimi gerçekleştiren gücün aynı aktörler olmasıdır. Orta Çağ feodalizminde kilise ve derebeylerinin toplumsal formasyonu bu anlamda artığa el koyma ve kendi bölgelerinde siyasal/toplumsal yaşamı denetleme şeklinde açığa çıkmaktadır. Prensliklere bölünmüş Orta Çağ Avrupa’sındaki çoğu prens aynı zamanda derebeyidir ve bu prensliklerinin çoğunun akrabalıkları bulunmaktadır. Yargılama yetkisi yine iktisadi zoru elinde bulunduran kilise ve derebeylerine aittir. Bizlere ilkokuldan itibaren, Rönesans ve Reform olarak adlandırılan “aydınlanma” süreci, serflerle derebeyleri ve yeni yeni palazlanmaya başlayan ticaret burjuvazisi arasındaki sınıf mücadelesi sonucu gerçekleşen ve özünde kilisenin ve derebeyi/prensin el koyduğu artı değere sahip olma mücadelesi etrafında şekillenen bir süreçtir.
Kapitalizmin özgül farklılığı, siyaset-ekonomi ayrılığı formelliği üzerinden kendisini var edebilmesidir. Kapitalist devletin dolayımlayıcı rolü, “tarafsızlık” kimliği üzerinden[1] artığa el koyan ve ekonomik zoru elinde bulunduran hâkim sınıf ile siyasal iktidarı elinde bulunduran yönetici elitler arasındaki yanıltıcı ayrıma odaklanmaktadır.
Sınıf mücadelesinin diyalektik ilişkisi, feodal ağaların ve kilisenin egemenliğini zayıflatan ve emekçileri egemenin toprağına bağlayan feodal yapıdan kurtulmalarını sağlayan kapitalist aşamayı, insanlığın ileri bir aşaması olarak görmeyi gerektirir. İşçi sınıfının nicel ve nitel özelliklerinin gelişmesinde kapitalist aşamaya burjuva demokratik devrimleriyle geçilmesi, insanlık tarihinde önemli bir devrimci sıçrayışı nitelemektedir. Nitekim Marx ve Engels, Fransız Devrimi üzerine yazdıkları metinlerde bu önemli ve olumlu rolü vurgulamışlar ve hatta burjuva demokratik devriminin önderleri Jakobenlere dair kahramanlık atıflarına eserlerinde yer vermişlerdir. Bilimsel sosyalizm, sömürücü ve gerici hakimiyete karşı insanlığın ilerici unsurlarını “içererek ilerleme” fikrinin yerleşmesini sağlamıştır. Kilise ve toprak ağalarının egemenliğinin parçalanmasında ve ruhani iktidarın yıkılarak bilimsel düşüncenin gelişmesi noktasında tarihin tekerini sürenlere haklarını teslim etmiştir.
Türkiye’nin “Muteber Komünistleri”
Bugün başta Fransız sosyalistleri olmak üzere dünyadaki tüm bilimsel sosyalistler kendi tarihlerindeki ve dünya tarihindeki bu ileri sıçrayışları kendi politik mücadeleleri doğrultusunda sahiplenmekte ve ilerletme amacını gütmektedir.[2] Dünyanın hiçbir yerinde Robespierre’i veya Marat’ı kötüleyip Orta Çağ derebeylerini veya papazlarını “saygıyla anan” bir “komünist” bulamazsınız. Türkiye dışında…
Türkiye’nin Seyit Rıza’yı anan “muteber komünistleri” yukarıda özetlemeye çalıştığımız tarihsel ve teorik arka plandan habersiz midir? Hiç sanmıyoruz. Seyit Rıza anması üzerinden yaşanan politik saflaşma bir bilgi eksikliğinden kaynaklanmıyor. Bu politik saflaşma, emperyalizmin özellikle bağımlı ülkelerin soluna empoze ettiği kimlikçi/ayrılıkçı siyasetin Türkiye solu ve sosyalistleri arasında yer edinmesinden ve bu ideolojik sapmanın “muteber/örnek/gerçek sol veya komünist” imajıyla kanıksanmasından kaynaklanıyor. Bu trajik-komik durumun yukarıda özetlemeye çalıştığımız ideolojik saflaşmanın bir yansıması olduğunun farkında olarak ideolojik mücadeleyi kararlılıkla sürdürmek tam da bundan dolayı büyük önem arz ediyor.
[1] Liberal adalet teorisinin ünlü ismi John Rawls bunu veil of ignorence (bilinmezlik/cehalet örtüsü) olarak kavramsallaştırıyor. Bu kavram, liberal devlet teorisinin üzerinde yükseleceği “adil, tarafsız devlet” vurgusunu içeriyor.
[2] Küba’da Jose Marti’ye, Çin’de Sun Yat-Sen’e, Venezuella’da Simon Bolivar’a duyulan saygı bunlara örnek gösterilebilir.
Author Profile
Latest entries
- Uncategorized08/05/2024Türk halkı gerici mi?
- Serbest Kürsü02/04/2024Seçim sonuçlarına başka pencereden bakış
- Serbest Kürsü28/03/2024Hasan Bayık’ın ardından…
- Serbest Kürsü25/03/2024Dinden imandan çıkmak