İnsan düşüncesinin en önemli ve temel özelliklerinden biri de analog düşünebilme yetisine haiz olmasıdır. Analojik kıyaslama ve orantı sadece kelimenin anlamına odaklı bir durum değildir. Aynı zamanda farklı kelime ve kavramlar arası ilişkiye önem verir.
Örneğin bir siyasetçi ifade ettiği kelime ile sadece onun etki gücüne değil, bir bakıma kelimenin hangi bağlamda kullanılmış olduğuna veya kelimenin salt olumlu ve olumsuz yönlerini ele alırken, aynı zamanda kelime ve kavramın etrafında dolanan analojik anlam ifade eden kelimelerle bir ilişki içinde olmalıdır.
Anlaşılır ve anlamlı olabilmek için imgeleme işleminin devreye girmesi gerekir. Öncelikle zor anlaşılır durumlarda analojilerin kullanılması kaçınılmazdır.
Tarihsel bir örnekle devam edelim:
Bir de Fransız Devrimi ve öncesinde kullanılan Özgürlük kavramının rolü devrimden önce feodal hegomanyayı devirmeyi amaç edinirken, devrim sonrası bu kelime başka amaç ve hedeflere ulaşmak için kullanıldı. Bu kavram, bir yandan devrim sonrası ekonomik ve siyasi özgürlüklerin genişletilmesi için kullanılmaya başlanırken, diğer yandan bireyin hayatında /günlük yaşamında önemli konuma kavuştu; özellikle 20. yüzyılda.
İdeolojik determinasyonla elde edilen anlam ve betimlemelerden ötürü, kelimelerin kullanımı yeni bakış açıları ile düşünmemize neden olmuştur. Karışık kompleks kullanımlar analojik olmayan metinlere dönüşmesi kaçınılmaz anlam bozukluğuna sebepler oluşturur. Bundan ötürü analojik olmayan hiçbir metnin kıymeti harbiyesi yoktur. Yazın sanatının gelişimi ve kültürel aktarımların anlaşılır olmasını sağlayan ögeler betimlemenin analojik ve bağlamın anlam bütünlüğünde kalması kriteridir. Diğer yandan bir kıyaslamanın yapılabilmesi için kelime ile anlatılmak istenen olguya içkin olan kavram arasındaki ilişkinin bir başka anlamının daha olduğunu hatta olması gerektiğini belirtmek gerekir. “Anlamın anlamı veya anlamın anlamları” izahında, edebi dilin bir görüngesi söz konusudur. Şiirin ve görsel sanatların her türünde oluşan mizah, komedi ve dramların anlatım ve aktarımı anlamdan anlamlar oluşturularak oluştuğunu ve bu strüktür/yapı ve durum, dile analojik özellikler kazandırılırken insan ile dil arasındaki bağ, dostane ve sevgi dolu bir ilişkiye neden olmaktadır. Analojik düşün hayatının kendisi kausal bir durum yarattığını ve dilin en zengin ve görkemli tablosu, harikalar yaratacak kadar oluşan bu kausal/nedensellik, dilin en temel kültürel ve strüktürel elementlerini oluştururken, insanı da estetik -espritüel davranış mekanizmalarına götürmektedir.
Modern Linguistik/ dilbilimin zaferi olarak görebildiğim şeyin kendisi;
bir kelimenin bir çok farklı anlamlarından bir “anlam” türetebilmiş olmasıdır. Bu açıdan yazılmış ve anlatılmış yorumlar veya sembollerden doğan anlamlar ise pek kıymetlidir. Bu kıymet dilin yeni anlam ve izahları çeşitlilik gösterirken, sembollerin tarihselliği, destansı öykülerde ve anlatımlarda var ola gelen kültürel aktarımlar sosyo-ve psikolinguistik alanlarının temporal bir anlam ile bütünlük kazandıklarını görüyoruz. Toplumsal ve ulusal kültürün gelişim meselesinde dilin sembol ve işaret sistemi veya Türkçemizin matematiksel aglütinativ /eklemeli bir dil olması, pratik hayatın strukturu/yapısı hakkında önemli ipuçları vermektedir.. Pratik dil, pratik çözümleri beraberinde getiriyor diyebiliriz. Pratik çözüm pratik anlamları türettiği gibi.
Özgürlük kelimesine yeniden dönersek :
Özgürlük. Uzmanlık ve yeti sorunun olmadığı bir temelde / ve uzmanlığın zaviyesinde gelişen en temel olgu özgürlüktür, dolaysıyla.
“özgürlük, uzmanlığın temelinde olasıdır ancak” : bu betimleme ile ilgili Friedrich Engels geniş kapsamlı temellendirmeler yapmış olduğunu biliyoruz. İnsanın özgürlüğü dolaysıyla mutlak değildir, çünkü o görecelidir ve relativite kuramında hiçbir şey kesin ve mutlak olmadığı için, insanın seçimler ve tercihleri de koşullara göre değişkenlik gösterir. Ancak kesin olan doğanın yasalarıdır. Işık saniyede 300 bin km hız yaparken, durdurulamaz olduğunu da biliyoruz. Yasalar doğalın doğasıdır, doğa bu yasaların etkisinde kütlesel enerji ile kinetik enerjinin hareket hızında değişimleri ve moleküler dönüşümleri sağlayan faktörlerdir. Bu yasaları kavrayarak akıl yürüttüğünüzde özgürlük kavramı da daha açık ifade ile toplumsal özgürlük de açıklık kazanabilir. Jeolog, bir yerbilimci olarak yer hareketleri ve tektonik alaşımları konusunda kuramlar geliştirerek bu alandaki uzmanlığından ötürü özgürdür… Psikolog/sosyolog da bireyin/toplumun öznel durum ve hikayesi konusunda objektiv bir olgu oluşturmak konusunda özgürdür ancak bireyin/toplumun farkındalığını ve algısının orantılayarak varsayımlar konusunda özgürdür. Peşin hüküm ise ileri süremez. Bir konuda “bilgi edinmeden fikir ileri sürmek” (Uğur Mumcu) ne kadar abzürd ise, özgürlük uzmanlık isteyen bir durum olduğunu bilmek fevkalade analojik bir bütünlük ve iyileştirici bir faktör olarak duruyor.
Kapitalist bir ülkede kapitalizmin iktidarını garantileyen hukuk mekanizmalarından doğan ve dolaysıyla insana relativ /göreceli konuşma ve ifade özgürlüğünü tanımış olması, onun bu özgürlüğe olan ihtiyacından değil, insan ve enerjisinin büyük toplumsal muhalefete yol açmadan dışavurumunu sağlamayı yeğlemektedir. Bu özgürlük alanı sınıfsal olarak sınırlıdır ve sınıfsal koşuta bağlıdır. İfade özgürlüğünün hukuki boyutu değil, sınıfsal çıkar ve faydalarına göre bu özgürlük, kapitalizmi zarara uğratırsa ki, örneklerini son dönemde Avrupa da savaş çığırtkanlığı yapan kapitalist silah endüstrisinin fikir babaları için bu konuda eleştiri getirenler kovuşturmaya uğradıklarını da müşahede etmekteyiz.
Bu bağlamda oluşan sınıfsal semantik anlayışın ürünü olan özgürlük kelimesini semantik /anlamsal faktörlerin ve ideolojik belirleyicilikte vuku bulan yeni anlam ve anlayış özgürlük kelimesini anlaşılmaz kılmaktadır.
Örneğin Hitlerin özgürlük anlayışı ile ki bu Nazizmin ideolojik tahakkümü olarak gördüğümüzde, ulusun özgürlüğü değil, birkaç oligarkın ideolojik saplantı içinde ‘her Alman kutsaldır’ sözünde tarifini bulan ırkçı faşist durumu ve pozisyonu görmekteyiz.
Görülüyor ki özgürlük kelimesi istismar edilebiliyor ve özgürlüğü kendisinin yaşam alanından öte gören kitleler bu kelimeye uzmanca yaklaşamamaktalar. Bir bakıma N. Nabakow’un dediği gibi “kitleler vicdansızdır” ifadesi bende, özgürlüğe susamış kitleler haz ve tatminkarlık seviyelerine göre vicdanlarını yitirebilirler gibi, bir anlam çağrıştırmaktadır.
O halde ekonomi ve politikaları demokratik konseyler meclisinde belirlenmeli. Karteller ve tröstler toplumsal ekonomi ve ulusun bağımsızlığını zayıflatacak girişimlerden uzak tutulmalıdır.
Demokrasi, bilgi, beceri, eğitim/öğretim ve etik makanizmalar çerçevesinde ele alınıp kurumlar yoluyla sendikalar, meslek odaları ve diğer siyasi örgütlenmeler çerçevesinde yeni bir sivil toplum ve kültürel üretimin söz konusu olduğu bir alanda geliştirilebilir. Bu ise sadece laik eğitim ve bilimsel bir öğretimle mümkündür; çünkü, özgürlük uzmanlık gerektiren bir olgusal olaydır.
Bu halde ve bu bağlamda, özgürlüğün istismarı da önlenebilir olduğunu düşünüyorum ve bundan ötürü özgürlük konusunda farklı semantik anlayışların doğması ise pek mümkün olamayacaktır dolaysıyla.