İÇSEL VE DIŞSAL DÜNYA ÖNERMELERİNDE İNSANİ DURUM
İnsanın evcilleşmesine ivme kazandıran yine onun keşfettiği ateşin evcilleştirilmesi ile önemli bir paralellik kazanıyor. Dinsel öğelerde taşıdığı anlam ve öneme karşın insanlaşma sorununu ele almayacağım. Dik yürüyüş ve dik durmanın primatlık eşiğinden ayrıldığımızı gösteriyor. Bu bir sıçramadır bir bakıma : Mekan ve ortam algımız oldukça genişledi ve buna göre matematiksel düşünme yetisi ile fiziksel dönüşümü anlayacak veya algılayacak kadar bir beyin gelişimine mazhar olduk bile çoktan.
Şimdi bir diğer önemli etken ise primatların varoluşuna yönelik farklı ve belirleyici olan olgu; onların alet kullanımı ve alet yapım- ve üretiminde yetkinlik kazanmasıdır. “Alet yapmaya yarayan aletler” insanlık tarihinin en temel varoluş meselesi-/hikayesinin belirleyici yanıdır.
Evcilleştirilen ateşten sonra yenebilir bitkilerin evcilleştirilmesi ile başlayan neolitik çağın özelliği olan en uzun tarım devrimine sahne olan insanlık tarihi bitki ekiminden tahıl ekimine doğru uzanan mezolitik çağın en etkileyici özelliği olarak içsel dünyanın ruhsal bütünlüğünde oluşan dini ritüellerin gittikçe daha fazla önem kazandığını görmekteyiz. Bir içselliğin dışavurumu olarak insanın ürettiği ve yarattığı olaya ve üretim tarzına olan gelişimine duyumsadığı müthiş bir duygulanım olarak bir gelişimin yanında çağın yeni kazanımları yeni bir etken güç biçiminde bugünün insanını betimlemektedir adeta.
O halde neoliitik çağdan demir çağına kadar, dinsel düşünce ve inançlar tarihinin uygarlık tarihiyle yan yana ve iç içe geçtiğini varsayıyoruz. Bir sanı değil bir tarihsel Sapienin yaptıklarını gözden geçirince pek fena gelişmelere imza attığını görürsünüz. Bugün olduğu gibi, her teknolojik yenilik ve buluşa, yenilik katan bir yeni ekonomik tarz ve üretimin çeşitlenişi ile başlayan, dinsel inanış ve dinin anlam bütünlüğü de değişime uğramaktadır.
En azından M.Ö. 8000 yıl öncesine giden ritüellerin günümüze yansıyan halleri içinde var olan dinsel akımlar ve tanrı anlayışı o kadar çok anlam ve simgesel değişime uğradı ki, günümüz insanın inanma ve anlayışında var olan ritüeller eskinin devamı ve gelişimini gittikçe soyutlaştırdığı bir Tanrı anlayışını benimsemektedir. Bu teknolojik gelişmeler ve buluşlar insanı zorladı mı ya da insan alışa geldiği dünyayı terk ederek yeni buluşların dünyasında tanrı ve dinsel yeniliği kabulde kriz ve bunalıma mı sürükleniyor? Dinler bazı ritüellerinden koparak yeni ritüellerin önermesinde yeni bir din mi yaratmak eğilimine giriyor?
Arap dünyasında olmayan dini ritüel ve olgular, ülkemizde niçin var?
Anadolu halkının şamanik ritüellerinin etkisi dini algıyı pekiştirirken, içsel dünyanın da canlı kalışını sağlıyor. Bu metafiziksel bir yansıma ise, yani dinsel ritüeller içsel dünyanın dünyası olarak huzur içinde yapılıyorsa, siyasi din yapılanması dine hükmetmek değil midir? Dine hükmetmek dini olduğu haliyle yaşanmasını olanaksız kılar. Siyasi din ve dini bir hususu siyasi arenaya çekmek dinin var oluş sebebini ortadan kaldırır. Dinin bir değer bilgisi olarak değil bir hegomanya aracı olarak kullanılması insan ruhunun içselliğine ve ona içkin olan dinsel düşünüm haline fevkalade travmatik etki bırakır. Dinsel çatışma ve çelişkilerini anlamadığımız insanın, dinsel özgürlüğünü de bu durumda anlamak mümkün değildir.
Dinlerin varoluş sürecini belirleyen, insanın toplumsallaşma sürecidir, ama aynı oran ve anlamda üretim ve buluşların gerçekleştiği zaman ve mekanlar da yarattığı uygarlık serüvenine koşut olarak, insanın kültürel ritüelleridir. Dinler ve tanrıların simgesel özelliklerinin çeşitliliği içinde gelişen insanın özgürlük ve varoluşundaki ana etken- olgu, yani onu ayakta tutan ilk nevrotik- olumlu gelişime yol açan, korku dünyasını aşarak transendental bir yaratımın eşiğinden topluluk olarak var olmasını sağlayan hiperaktiv oluşuna borçlu olmasıdır. Korkuyu aşarak hiperaktiv bir konumda hareket ederek ve yeni buluşlara neden olacak yenilikler gerçekleştirebilmesi, onun bugüne değin var olabilmesini sağlamıştır. Hiperaktıv beceri ve yetisi insanlığı uygarlıktan uygarlığa taşımıştır.
Dışsallık dediğimiz şey, zaman ve mekanı sabit algı içinde tutmak ve insanı içsellikten kopararak, iç dünyasından uzaklaştıran siyası dinin hükmünde insanı köleleştirmek değildir sadece; ama aynı zamanda kullanılan siyasi din anlayışından doğan yapay/ dine monte edilen faşist eğilimler, içsel dünyanın içkinliğinde inanan insanı inanç özgürlüğünden alı koyacaktır.
Dinler tarihinin tek tanrılı hallerinden çıkardığımız kanıtlar ve dersler sonucunda; kanlı olaylar, büyük travmalar ve sarsıntılar sonucu, ben dışsal olanın içinde faşizm, diktatörlük ve insanlık dışı bir rejim görmekteyim. Hukuk ve hukukun derdest edildiği bir dünyada ve mekanda yaşamak olası dışıdır. Bu durumda toplumsallık olamayacağı gibi insanlık da olamayacaktır. Üretim ve yeni buluşlar değil, tahakküm ve dine siyasi giysi giydirilerek maskeli dinlerin tezahüründe dinciliğin egemen hali, insanı insanlıktan çıkaracaktır. Zira içsellik içinde olan insan, etik vicdan ve ahlak muhakemesi yapabilecektir. İçsellikten dışsallığa savrulan insan ise gittikçe yalnızlaştırılacaktır.
Dışsallığın işlevi, siyasi din egemenliğinin tüm hayata hükmetmesi ile kendilerine kutsiyet atfeden egemen dinci güçler, tanrı adına ve ‘onun emirlerini yerine getirmek’ için iktidarı ele geçirdiklerini meşrulaştırmak, kullanacakları yol ve yöntem; baskı, yalan, manipülasyon ile insan özüne ve vicdanın var oluşuna kast edeceklerdir. Dinin dışsallığında ve din adına vuku bulan, dinci, siyası din ve etnik odakları iyice düşünmelerini öneriyor ve istiyorum:
Türkiye topraklarında kahraman ve kahramanca söylenen türkülerimiz var; kahramanca yaşanmış hikayelerimiz ve devrimci geleneğimiz var. 20 yüzyılın ilk çeyreğinde anti –emperyalist devrimci ruhumuzun geleneğini pekiştiren Mustafa Kemallerimiz var. Türkiye Cumhuriyeti umudumuzdur. Onu yaşatmak adına ve medeniyetin bir tezahürü olan Türk devrimini bütün yüreğimle içsel ve içtenlikle ileri bir devrime taşıma azmi içindeyim, dolaysıyla.
Dik durmak ve dik yürümek, primatlardan ayrıldığımızı kanıtlarken, insanlaşmayı ve vicdani muhakemenin gelişimini sağlayan işte bu duruş biçimidir, aslında: Siyası dincilik ise bu dik duruşu lağvederek insanı ve insanlığı çökertmek için yola çıkmak istiyor. Türkiye ve Anadolu toprakları bu tür bir olguya izin vermeyecektir. Çünkü insanlık bu topraklarda başka ve bambaşka uygarlıklar içinde mayalanarak gelişti ve üretti.
Anadolu tarihi metisaj insan topluluklarından oluşan ve şimdilerde var olan Türkiye halkı, demokrasi ve insan temel hak ve hürriyetlerinden ve dahası laik Türkiye Cumhuriyetinden ayrılmayacağını biliyorum.