METAFİZİK YAŞAMIN GİZİ TANRISAL BİR ÖZ MÜDÜR?
Tanrının özü bir tat ve gizin tanrısallığı onu bulabilmek den geçiyorsa eğer, tanrının tadına varmak mümkündür. Tanrının tadına ulaşmak olası dışı, zira o ulaşılmaz olanın varlığı olarak tarif edilir. Bir bakıma o dini hazza kavuşturan değildir. Dindeki tanrı, olan değil, olabilecek olanın her anı ile tarif edilir. Tanrı dini ve evreni tatmin etmek için var olmayandır. Acı çeken ve çektiren tek tanrıcılığın sonucu olarak veya kamusal acıyı yaşayan insan toplumunun örneğin hiristiyanlık için var olması, tanrıyı kapsamaz aslında. Acı bir tatminlik ölçüsü olarak ceza ve ödül ikileminde övgüye mazhar olur. Yücelik makamı böylece zeminde yerini bulmuştur. Hayranlık, acı çekenin yolu ve yol her iki tarifin sonucu olarak vuku bulurken, bu özellik nihai durum ve ahvalde insanda kibri büyütebilir. Narsist özellik, dokunulmazlığın ibresine göre çalışırsa eğer, insan iflah olunmaz duruma girmiştir artık.
Tanrıcılık ve tanrısallık diferens/farklı bir pozisyonu gerektirir. Tanrıcılık bir bakış ve görüşün varsayımsal düzlemde ele alınmasıdır. Tanrısallık ise teolojinin zaviyesinde bir önerme olarak durur. Tanrıcılık bir dini gerekli ve koşut olarak ileri sürmesede o dinsiz dünyayı arzulamaz. Zira din insan elinde bulunan bir hazinedir. Bu hazine içinde insan tanrıcılığı öne çıkarır. Dinde insan vardır, insanda din vardır. Olunması istenen metafiziksel yaşam bu ise de, metafizik yaşam fiziksel olmayan olarak, insan bilincinin bilinç- dışında olan ile var olan bir öze tekabül edilmek istenir. Onun/insanın en büyük değeri sahip olduğu dindir. Dolaysıyla dinde Tanrı aslında ikinci erekselliğe tekabül eder. Tanrıya din olmadan ulaşılamaz denildiğinde, din ilk pozisyondadır. Din olmadan Tanrı adeta bilinmez olandır. O halde dinin koşutlanması metafizik hayatın görünge ve yörüngesinde tanrı yeniden tarifin kapsamına alınır.
Tanrısallık teolojik aklın yargısal gücünden yararlanarak bir diskurs oluşturur. Apriorık olmayan teolojinin tel örgülerinden sıyrılarak metafiziğin kenarında teist özü bulmaya çalışır. Teist, tanrısallık içinde bazen ateistliğin çemberine dokunur ve orda şu soru öncellik kazanabilir; Gizemli olan tanrıyı ve yürekte ki özün karşılığı eğer tanrı oluşturuyorsa, niçin ateistlik bir gizemin aşılması anlamına gelsin? Ateistlik, iddia ediyorum ki, o da tanrısallığı olumsuzlaştırmaz ve insana dair olan bu öz, doğanın bir özü olduğunu teolojide kabul eder.
Ne var ki etik açıdan yetkin ve etkin bir öz bilinç ve sevgi ile aktarım içinde olan insanın arzusu ve hayalleri acımasız bir bilinci de beraberinde getirebilir. Mitos dan erosa ve oradan logosa uzanan tarihsel merdivenlerde, insan tanrısal özgürlüğe olan arzusunu hep dile getirmiştir. Yani insan özgürlük kavramına tanrısal bir güç atfetmiştir. Zira o zor elde edilendir. Çünkü o tanrısaldır. Özgürlüğünü kazanmış birey veya insan ya da bir ülke –toplum tanrısallık içinde hayranlık uyarandır/uyandırır. Tanrısal özgürlük, sevgiyi de yüceleştirirken onun bazen imkansız olduğunu tarif eder. Çünkü o olası olacak olan sevginin özgürlük içinde gelişimini zorunlu kılar. Kendini sevmek de sevgiye olan tutkunu ve imanını izah eder, ancak bunun yetkinliği salt olarak bireyin tek başına elde edebileceği bir şey olmadığının gerçeği ise somut ve fiziksel katılığın dışına çıkılarak metafiziksel bir hayalin içinde var olmanın dayanılmazlığında hareket eden knetik enerjinin somut sonucu olarak bir noktaya çarpar veya konar ..Bırakacağı etki sevginin gücü ile ona korelasyon içinde bağlı olan tanrısal özün içinde yer alan özgürlük meselesinin çözüme kavuşmasıdır.
Bu hakikat içinde olan bir ateist, genel olarak, tanrısal özün konusu olan sevgi, bilgelik ve adalet gibi yüklemlerin ve mana teşkil eden büyük kavramların, hiçlik diye sonuçlandırılması, ancak bu kavram ve yüklemli anlamları/manaları hiç etmeyen ve etik mekanizmada ona övgüler atfeden birey gerçek ateist olabilir.
Nesnel olarak dolaysıyla din ve insan aynı özsel veya öze sahip olamazlar. Aynı olsaydı din oluşturulmazdı. İnsan, kendisinde olmayanı yaratırken, tanrısal olguyu da birlikte düşündü. Elbette dinin çıkarlarına uygun olan onun insan özünden tamamen ayrı olmasıdır. Bu öz içsel varlığın bir sonucu olarak insana ulaşan hali ile din, insan özünden tamamen bağımsız değildir. Çünkü yaratımında olan özü bulan ve tarif eden insanın bu öznel halleridir. Sevgi, bir öznel hal ifade ediyorsa, bunun tanrısallık içinde özümsenmesi olarak görebilirim. Nefret ve diğer olumsuz yüklemlerin öznel durumu ise tanrısallığın yeniden devrimcileştirilmesini zorunlu kılan insanın,, hakikati bulması için vicdansız dünyanın vicdanı olan dinin özünü yeniden tartışıma açmak ve yaşadığımız kapitalist dünyanın onursuzluğu içinde din, şimdi salt bir onure olma yeri ise, insanlık, gerçekten düştüğü yeri yeniden inceden inceye elekten geçirmelidir.