14 Mart yeryüzünde eşi benzeri bulunmayan bir bayram. Bize özgü ve bir o kadar da anlamlı.
14 Mart’ı derinlemesine öğrenip irdelediğinizde yakın tarihimizin bir özetini de özümsemiş olursunuz.
14 Mart’ın her fırsatta vurguladığımız ve hepimizi gururlandıran kökü 14 Mart 1919’da Tıbbiye öğrencilerinin işgale başkaldırısında somutlaşır.
O 14 Mart’a fırsat verense 1827 14 Mart’ıdır.
Bilindiği gibi 14 Mart 1827’de Osmanlı’da Yeniçeri Ocağı’na son verilerek çağdaş ordu düzenine geçilmiştir. Neredeyse eşzamanlı olarak tıp anlayışı da çağın gereklerine uyarlanmış ve yeni ordu düzeniyle bütünleştirilmiştir.
Bundan 200 yıl önce saptandığı ve yaşama geçirildiği gibi ordu ve o orduya uygun sağlık düzeni olmazsa olmazdır.
Bir ilimiz büyüklüğündeki Belçika’da bile askersel hastane bulunduğunu belirtmekle yetinelim.
İki yüz yıllık oturmuş düzeni “darbe” kaygısıyla ve gerekçesiyle yok edenlerin yarattığı karmaşa bu 14 Mart’ta sağlık ortamının ve hekimlerin dağları aşan sorunlarına eklenmiş durumda.
Türk ordusu etnikçi terörle savaşımda kanıyla, canıyla her zaman olduğu gibi ülke güvenliğini sağlama kararlılığı içinde.
Bu uğurda sınır ötesine neredeyse yerleşmiş durumda.
Böyle bir ordunun sağlık düzeninden ve desteğinden yoksun oluşu bir kuşun tek kanadıyla uçma çabasına benzetilebilir.
Bir kararnameyle ordunun sağlık düzeninden vazgeçmek elbette hiç zor olmadı.
Geçtiğimiz haftalarda aklını kullananların, ayağı yere basanların “askersel hastaneler yeniden etkinleştirilmeli” üstelemelerine kulaklarını tıkayan iktidarın sınır ötesindeki birliklerimize “hekim iliştirilmesi” doğrultusunda hazırlık içinde oldukları haberlerine rastlandı basında.
Askersel sağlık düzenini canlandırmaksızın askersel öğelere sivil hekimlerin eşlik etmesi olarak da algılanabilecek bu hazırlığın “iliştirme” nitelemesinden öte anlam taşımayacağı açıktır.
Askersel eğitimden ve öğretimden geçmemiş bir hekimin kan ve barut kokulu o benzersiz ortamda korkarım ki yarar sağlamanın yanı sıra askeri öğelere yük olması bile olasılıklardan birisi olarak boy gösterecektir.
Askersel hekimliği yalnızca hekimlik boyutuyla görmenin yarattığı yanılgı olarak da tarihe geçecektir iktidarın artık görmezden gelinemeyecek bu soruna sözde çözüm arayışı.
Askersel hekimler sivil hekimlerin bilgi ve deneyim sahibi olmadığı konularda uzmanlaştıkları gibi aldıkları eğitimin ve öğretimin getirisiyle temel askersel bilgilere de sahiptirler. Dolayısı ile kendini koruma, gerektiğinde silah kullanma becerilerine sahip oldukları için başkalarına yük olmazlar. Başka deyişle kendi başlarının çaresine bakabilirler ve böylelikle sağ kalabilirler. Birliğin bir parçası olan hekimin o birliğe sağlayacağı yarar da doğal olarak paha biçilmez olacaktır.
Diğer yandan, askersel hastanelerin varlığı ön safta vuruşan her rütbede asker için benzersiz bir güvencedir. Yanı başında askersel hekim bulunan, bir askersel hastaneye canlı olarak ulaştırılan askerin morali üst düzeyde olacaktır. Sıradan ayrıntı gibi görünen bu artı da son derece önemlidir. Bir sivil sağlık kuruluşunun bu bağlamda yaralı askere özellikle yeterli moral güvence sağlaması olası değildir.
Ayrıca, hekimini ve sağlık çalışanını şiddetten ve kaba güç heveslilerinden koruyamayan sivil sağlık kurumlarının yaralı askerlere gereksindikleri özellikli sağlık hizmetini sunamayışlarının yanı sıra güvenlikli bir ortam sunamayacakları da açıktır.
Ordu düzenimizde profesyonelleşme adı altında gerçekleştirilen değişiklikler sonrasında askerlerimizin “ölme görevi”yle donatıldıkları söylenebilir. Geçmişte büyük tepkilere yol açan şehit haberlerinin günümüzde görece sönülmenmiş olmasının bu değişimle yakından ilgili olduğu kuşkusuzdur.
Şehadetin bile hak ettiği tepkiyi görmediği bu ortamda ordumuzun her düzeydeki öğelerinin sağlık hizmetinden yoksunluğunun tepki görmeyişine şaşırmamak gerekir.
Aklın, bilimin ve çağın gereği askersel sağlık düzeninin etkinleştirilmesi gereği gün gibi ortadadır.
Hem de hemen!
Bozulmuş düzenin yeniden canlandırılması kuşkusuz kolay olmayacaktır. Ama, askersel sağlık düzeninin yeniden oluşturulması kararına varıldığında o düzenin yaşayan ve eli ayağı tutan unsurları bu kutsal göreve çağırılırlarsa koşarak geleceklerinden kuşku duyulmamalı.
Author Profile
Latest entries
- ana manşet06/10/2024Sinagog korumak
- ana manşet02/10/2024Savaşı kim kazanır?
- ana manşet26/09/2024Dil bayramlarımız
- ana manşet19/09/2024Hizbullahın başına gelen