Sol’un Türkiye’de yükselememesinin onlarca sebebi vardır. Bunlar nesnel koşulların olgunlaşmayışı, 12 Eylül, Sovyet çözülmesi sonrası yaşanan geri çekilme gibi sebeplere bağlansa da bunlar geçmişte kalmıştır. Türkiye şu an en derin ekonomik krizini yaşıyor ama sol nedense bir dalga yakalayamıyor. Bunun sebebi benim gördüğüm solun kendi halkına bir şey vaat etmemesidir.
Sol, Türkiye’de kendi halkına bir şey vaat edemiyor. Sovyetler Birliğinin yıkılmasından sonra belirli sol gruplar liberalleşti. Solun liberalleşmesinin arkasında, Amerikan hegemonyasının artması ve Türkiye’ye özgü teori üretememekle beraber Sol’un kendi halkına bir şey vaat etmemesi yatıyor. Bunun sonucunda sınıf siyaseti arka plana atılmış ve kimlik siyaseti ön plana çıkmıştır. Kimlik siyaseti başta “Büyük Ortadoğu Projesi”ne yaramıştır. Batı Asya’da ulus devletlerin tasfiyesi amaçlanmış ve etnik karışıklıklar körüklenmeye çalışılmıştır. Neoliberal “sol” hıyara tuzlukla koşmuştur. AKP iktidarının 12 Eylül’den aldığı mirasla Kemalist Devrim’i tasfiye etmesine karşı Solun büyük kısmı karşı çıkmadı, bazıları sessiz kaldı, bazıları yürekten destekledi, sadece solun bir kısmı bunla mücadele etti. 2010 referandumundaki “yetmez ama evetçileri” unutmak mümkün mü?
Sol kendi halkına bir şey vaat etmediği gibi kimlikçiliğe esir düştü. DEM ile ittifak yapmak devrimciliğin neresindedir? Sol neden emperyalistlere göbekten bağlı bir parti ile ittifak yapabilmektedir? Bunun bir sebebi kimlikçilik, bir sebebi kendi halkına bir şey vaat etmemek. Türk demekten bile imtina etmek, sığınmacılardan rahatsız olan insanları ırkçılıkla suçlamak ve Türk-İslam faşizminin yaratmak istediği toplum modelini görmek istememek solun halktan ne kadar kopuk olduğunu göstermektedir. BOP ve Medeniyetler çatışması tezlerine hizmet eden “sol” Türk Ulusunun kalbinde ne kadar yer edinebilir? Kendi halkına düşman olmak ve onu soykırımcılıkla suçlamanın seni götüreceği yer DEM vb. emperyalizme bağlı örgütlerin kucağıdır. Kendi halkından kopukluk tedavi edilmezse bu kendi halkına düşmanlığa evrilir. Sonuç olarak kendi halkına düşman olursun, öyle bir düşmanlıktır ki Türk devrimcisinin aşağılık katili Solomon Tehliryan’ı bayrak yaparsın. Bu da enternasyonalizmin yüzeyselleşmesi ve kozmopolitizme dönüşmesi ile sonuçlanır.
Tabi sol bir günde böyle bir dönüşüm geçirmedi. 12 Mart, 12 Eylül faşizmleri solu Cumhuriyet devrimi ve Mustafa Kemal’den koparmaya çalıştı. Bu çabalar sonuç verdi. 12 Mart ve 12 Eylül faşizmleri amacına ulaştı. Sol kendi Ulusal değerlerine karşı ve kimlikçiliğe açık bir hal aldı.
Kendi devrimine burun kıvırıp Sovyetlerden devrim bekleyenlere ne oldu sormak lazım. Olan şey liberalleşme ve Amerikan emperyalizmine göbekten bağlılık! Bölücü terör ile ittifak ve onunla beraber medeniyetler çatışması. Türkiye’nin Amerikan müttefiki emperyalist devlet olması ve Kürdistan’ın Türkiye sömürgesi olduğu tezleri. Bu tezlerin ileri noktası da Bilimsel sosyalist Ulus anlayışının yok sayılıp Anadolu’da Türk yok siz Rumların, Ermenilerin çocuklarısınız demek. Ulus Devlet anlayışının yerine insanların kimliklere bölündüğü ırkçı anlayış.
Bu da yetmedi, LGBT mücadelesinin sınıf mücadelesinin yerine geçti. Yeni sol diye övdükleri sol karşı devrime hizmet etti, sınıf mücadelesine sırtını döndü. Kimlikçiliğin yanına ezilenler demogojisi de eklendi mi feodal derebeyleri bile cumhuriyete karşı savunulabilir hale geldi. Emperyalizmin Büyük Ortadoğu Projesi için Batı Asya halklarını bölmeye devam etmektedir. Büyük Ortadoğu Projesinin bir ayağı olarak büyük İsrail için tampon devlet yaratmak için Türkiye’deki Sol hareket biçilmiş kaftan haline getirildi. Kendi halkına bir şey vaat etmemenin vardığı yer bilimsel sosyalizmden kopuş ve emperyalizme bağlanmak oldu, sınıf değil kimlikler ön plana çıktı. “Ezilenler” demogojisi, liberal bir kimlikçilik ile işçi sınıfını belirli kimlikler altında bölmektedir bu konuda Medeniyetler Çatışması tezleri ile bir paralellik göstermektedir.
Neoliberal “sol’ için ulusal gururu faşizm olarak görmektedir. Faşizm onlar için Ulusal Gurur ile aynı şeydir. Enternasyonalizm onlar için işçi sınıfının uluslararası dayanışması değil, ucuz iş gücü olan gerici kitlelere payandalık yapmaktır. Bu “sol” ulusal gurur denince en büyük kozmopolitiste döner fakat bunlar Lenin ve Marks’ı da okumamışlardır.
Lenin, ulusal gurur hakkında şöyle demiştir:
“Ulusal gurur duygusu, bize, bilinçli Rus proleterlerine yabancı bir duygu mudur? Elbette ki değildir! Biz, dilimizi ve vatanımızı severiz; biz vatanımızın emekçi yığınlarını demokratik ve sosyalist bilinç düzeyine yükseltmek için elimizden geleni yapıyoruz. Çarın kasapları, soylular ve kapitalistler elinde, güzel vatanımızın uğradığı hakaretleri, zulüm ve aşağılamaları görmek ve duymak bizim için çok acıdır.(…) Biz Büyük-Ruslar, bu zulüm ve aşağılamalara karşı göstermiş olduğumuz direnişten ötürü gurur duyuyoruz.”(Lenin, Ulusların Kaderini Tayin Hakkı, sol yayınları 5. Basım)
Görüldüğü gibi Lenin, ulusal gurur duygusunun yabancı bir duygu olmadığını yazısında ifade etmiştir ama “sol” için Türk’ün ulusal gurur duyması ve kendi devrimci önderleriyle övünmesi faşizmdir. Bu onların halkta neden karşılık bulamadıklarını ve kimlikçiliğe hapsolduklarını göstermektedir. Öyle ya halk kendisini “soykırımcılıkla” suçlayan kimseleri niye takip etsin? Kendi kurtarıcısına küfredenleri neden bağrına bassın?
Sol kimsenin kimlik mücadelesi değildir. Türkiye’de sol işçi sınıfının ulusun önder konumuna yükseltip, Türkiye’nin kaybettiği bağımsızlığına ulaştıracak olan teorik ve pratik bütündür. Bu bütün 150 yıllık Milli Demokratik Devrim mücadelesiyle 100 yıllık Sosyalist mücadelenin bütün olumlu yanlarının Türkiye’ye özgü sosyalizmde ilerletilmesidir .
Bugünkü devrimci programın özü Kemalist Devrime dayanmak ve tamamlamaktır. Ondan sonra “arasız devrimlerle” sosyalizmin inşasını gerçekleştirmektir.
Author Profile
![](https://yarinlar.com.tr/wp-content/uploads/2023/03/Adsiz-tasarim-3.png)