19. asırdan itibaren Osmanlı Devleti’ni nitelendirmek için Batılı ülkeler iki kavramdan istifade etmişlerdir. Bunlardan ilki 1815 Viyana Kongresi’nde Rus diplomatlar tarafından kullanılan “Şark meselesi” terimi, diğeri ise I. Nikolay’a atfedilen “hasta adam” tabiridir. Gel gör ki, olumsuz her türlü koşula rağmen Osmanlı Devleti, Rusya Çarlığı’ndan uzun yaşamıştır.
Ama 20. asrın rüzgârı başka türlü esmiş, lodos poyraza dönmüş, Frigya başlıklı Marianne Avrupa’yı birkaç kez dolanmıştır. Doğu’da Osmanlı, Çarlık Rusya’sı, Avusturya-Macaristan gibi birçok köklü imparatorluk şu ya da bu şekilde un ufak olarak dağılmıştır.
Mesele tarihin şafağında beliren defne taçlı Marianne’yi yani cumhuriyet figürünü çağın bir getirisi olarak akledebilmekti. Erken kalkan onbaşının bugün bile darbe yaparak tiran kesildiği Ortadoğu ve Afrika ülkelerinin sözde liderlerini düşündüğümüzde, bundan 100 sene evvel cumhuriyet fikrine ulaşan ve bu fikri tatbik eden bir kurucu öndere sahip olmak şükür sebebi değil midir?
Bugün yamalı bohçaya çevirdiğimiz ve her bakımdan hor kullandığımız cumhuriyete bir asır önce yenik ve bitap bir monarşi ikliminde ulaşmak öyle kolay mıydı? Öyle kolay olsaydı, Bonn Üniversitesi’nde okuduğu yıllardan beri kendini cumhuriyetçi olarak tarif eden dâhi bestekâr Beethoven’ın defterine yazdığı şu kehanet bütün ülkelerde vuku bulurdu: “Elli yıla kadar bütün devletler cumhuriyet olacak.”
Bütün devletler hâlâ cumhuriyet değil. Hatta birçoğu cumhuriyet fikrinden bile epey uzakta. Zira her lider Fransız İhtilali’nin ruhunu anlayamadı, birçoğu tek satır Rousseau yahut Diderot okumadı. Halkçılık yerine popülizme teslim oldu ve milletini saçma sapan hayaller peşinde koşturarak nesillerin kafasını tütsüledi.
Cumhuriyetçi şair Guillaume Lavabre’ın devrimci bir marş haline gelen şiirinde cumhuriyetin nimetleriyle iyileşen Marianne’den bahsedilir. Marianne, hasta genç bir kadındır ve alegorik olarak Fransa’yı temsil eder. Türkiye Cumhuriyeti Devleti de eşitlik ve hürriyet temelinde, İngiliz yahut Yunan Kralı’na sadakat yemini etmiş emperyalistleri bozguna uğratarak inşa edilmiştir. Ne baht ki, Fransa’da bile beşinci cumhuriyet yürürlükte iken biz direnişin kalbinde mayalanan birinci cumhuriyetin fasılasız 100. yılını idrak edebiliyoruz.
Türkiye Cumhuriyeti, bütün noksan ve kusurlarına rağmen yakın ve uzak coğrafyalarda nefes alıp veren birçok insan için hâlâ ilham kaynağı ve umut ışığıdır. Fransa’daki Marianne sembolü her başkanlık döneminde değiştirilen bir kukla seremonisine indirgenmişken, bundan ders çıkarmayarak cumhuriyetin yüzüncü yılını alelade bir sergi havasında geçiştirmek cumhuriyetin yüzlerine vefasızlık olacaktır.