Türk devrimi bir inanç konusu olsa bile, artan ölçüdeki anlamı ile bir bilim konusudur. Türk devriminin zorunluluğu Türk ulusunun varlığı ile aynı orantıda ortaya çıkmıştır.
Mustafa Kemal Atatürk’ün 19 Mayıs 1919 günü Nutuk da ifade buyurduğu gibi;
“ Osmanlı Devleti’nin dahil bulunduğu grup Harbi Umumi’de mağlup olmuş, Osmanlı ordusu her taraf da zedelenmiş, şartları ağır bir mütarekename imzalanmış. Büyük harbin uzun seneleri zarfında millet yorgun ve fakir halde. Millet ve memleketi Harbi Umumi’ye sevk edenler, kendi hayatları endişesine düşerek memleketten firar etmişlerdir. Saltanat ve hilafet mevkiini işgal eden Vahdettin soysuzlaşmış, şahsını ve yalnız tahtını temin edebileceğini tahayyül ettiği alçakça tedbirler araştırmakta. Damat Ferit Paşa’nın riyasetindeki kabine ; aciz, haysiyetsiz, korkak, yalnız Padişah’ın iradesine tabi ve onunla beraber şahıslarını koruyabilecek herhangi bir vaziyete hazır.
Ordunun elinden silahları ve cephanesi alınmış ve alınmakta….”
İşte devrimin koşulları ve zorunluluğu tarihi saptama ile belirlenerek Büyük devrimci Atatürk Samsuna bu sözlerle çıkmıştır. Bu devrimci öğreti ne bir ilahi olgu, ne de korkunç bir sapmalar dokusu olarak karşımıza çıkmaktadır. Salt ve genel olarak tarihsel bağlantılarıyla büyük Ekim devrimi 1917, 1919 ve 1923 Türk devriminin koşulların yaratan büyük harbin sonuçları itibari ile büyük Fransız devriminin 1789- toplumsal değişimin ve burjuvazinin ilerici özelliğinden ötürü parlamenter demokratik sistemin doğuşunu müjdelemiştir. Zira 1919 ve 1923 süresince arasız gerçekleşen devrim koşularının TBMM’nin öncel rolde bulunması, Cumhuriyet Devrimin 29 Ekim 1923 de ilan edilmesini sağlayarak, Türkiye’nin Cumhuriyet yönetimine kavuşması, aydınlanmacı bir karakter ile devrimlerin 1938’e kadar sürekliliğini sağlanmıştır.
Bu durum olgusal olarak toplumsal bir devrimin olgusal maddi temellerinin varlığını kanıtlamaktadır. Günlük kavgalara boğulmuş olan bu tarihin ve tarihselliğin öncül devrimleri nesnel ve bağımsız biçimde incelenmesi için büyük harbin büyük Türk Kurtuluş Savaşını nasıl doğurduğunu incelenmesinin zaruri hale gelmesi kaçınılmaz görevleri hatırlatmaktadır. Türk Kurtuluş savaşının kökenleri ve antropolojik olarak anlaşılmasını sağlayacak araştırmalar epeyce mümkün görülmektedir. Zira Türk Ulusu hiçbir zaman emperyalist tahakkümü kabul etmemiş ve yalnızca savaş koşullarında büyük incelikle bir birlikte hareket edecek kabiliyeti dünya litaratürüne kazandırmıştır. Kağnı arabaları ile lojistik yük taşımının yanı sıra, kadının savaşta ki rolü pek ün kazanmıştır. Kültürel direnç, kültürümüzün gelişmesi ve yeniden uygarlaşması, Anadolu’nun devrim ve uygarlık yatağında Türk devrimi bir güneş gibi doğmuştur.
Devrimler ve özellikle Türk devrimi direnilemeyen eğilimlere karşı savaşmaktan yorgun düşülmüş olmasının yanında beklenmedik Osmanlının tavır ve hareketleri ve dönemsel devlet krizinin vuku bulması sonucu başarısız dış politik çizgilerinin egemenliğinde oluşan halk da ki hayal kırıklığının çok derinlerde olması neticesinde devrimin zorunlu bir durum oluşturduğunu ve devrimin ortaya çıkmasında bu nedenlerin temel ana nedenlerin payı olarak karşımıza çıkması Mustafa Kemal Atatürk’ün devrimci rolde bulunmasını sağlamıştır.
Toplumun devinimi sağlayan devrim toplumda yeni bir kültür ve erekselliği beraberinde getirir. Sadece bilimsel bir kuram olarak değil, tarihsel olay ve siyasal olgu olarak da toplumun yeni bir hafıza ve sorgulama yetisinin kazanıldığı yeni bir kültür devrimin de beraberinde getirmiştir. Devrimleri, içinde ortaya çıkmış oldukları koşulları unutursanız, kesin bir bilimin kısa bir film özeti gibi sunulan bir dizi soyut tanımlar ve hurafelerle örülmüş sayıltılar (varsayımlar) ve teoremlerden başka bir şey bulmak mümkün olamaz.
Devrimi yapanlar, sessiz odalara kapanarak bir programı tesis etmek için değil, hareketli büyük hayal ve ütopyanın yaratımı ve devrimi yaratan koşulların, devrimi gerçekleştirecek kadar stratejik akıl ve taktiksel yöntemlerle bilimsel yargının büyük hesabı içinde olup, tarihsel bir rolün gerekliliğinde hareket eden devrimcilerdir. Bu devrimciler büyük devrimlerin, gerçekleşen aklın gerçek ussal devrimcileridir.
Türk devriminin erki gerçekliğe olduğu kadar, ulusal özlemlere uygun düşen inanç ögelerini de içermektedir. Bu inanç unsurları arasında en başta yer alan en temel ilke olarak ….’bağımsızlık ve özgürlük benim karakterimdir’ sözünde kendisini yeterince betimlemektedir.
1923 devrimi ve ilkeleri ve bu ilkeleri doğuran gene kendine içkin koşullardı. Bu koşullar bugün kü koşullarla aynı tutulamaz, ancak benzer koşulları görmek mümkündür. Devrim ve devrimci rolü kavrayan birey ve kurumlar söz konusu mu? Hangi ilkeler sonucu bir devrim yeniden gerekli kılınır?
Bu sorular toplumbilimin konusudur ama estetik ve siyaset sanatının da irdelemesi gereken sorulardır. Her bilim gibi toplum bilimi –sosyoloji oluştukça yarı bilim ve yanlış değerlendirmeler de gittikçe azalacaktır. Oluşturulan karşı devrimin siyasasında ve bir mantar gibi çöreklenen tarikatlar toplumu kemirmekte ve sosyolojik olarak karşı devrimin koşullarını yaratan bir toplum mekanizması ile devrimler imkansız hale getirilse de, zorunlu bir devrimin kapısı tarihsel olarak yeniden dünya sahnesine oturmaktadır.
Sosyolojinin en temel yanı gelecekle değil, şimdinin öncelliğinde şimdinin toplumunu inceler. Çözümü bulan toplumbilimciler değil toplumun kendisidir. Devrimi devrimciler yapar, ama toplumbilimciler ise bunu anlar ve analize ederler.
Türk devriminin bir diğer ve en temel değeri ; ‘Yurtta Sulh, Cihanda sulh’ ile tam bağımsızlık ve Kayıtsız şartsız Ulusal Egemenlik tir.
O halde ciddi ve hakiki karar ne olabilirdi?
Ve M. K: Atatürk der ki: “ Efendiler bu vaziyet karşısında bir tek karar vardı. O da milli hakimiyete dayalı, kayıtsız şartsız bağımsız yeni bir Türk devleti tesis etmek…” Bu kararın dayandığı en kuvvetli muhakeme ve mantık şu idi: YA İSTİKLAL YA ÖLÜM.