Avrupa sermayesinin ve genel olarak tüm sosyal sınıflarının sınıfsal çıkarları, Çin ve Rusya ile iyi ilişkileri, ticareti gerektirirken Avrupa’nın neden ABD’nin kuyruğuna takıldığı önemli bir soru işaretidir ve anlaşılmalıdır. ABD’nin kuyruğuna takılmanın bedeli olarak ucuz Rus gazından ve Rusya pazarından olan Avrupa sermayesinin artan maliyetler ve daralan pazar neticesinde zarara uğraması, bu süreç sonunda işsizlik, hayatın pahalılaşması vesaire ile halklarının etkilenmesi de gayet doğal bir sonuçtur. Bu memnuniyetsizliğin, ABD ile kol kola yürüyen mevcut siyasete muhalefet yürüten varsa sol, yoksa “sağ popülist” partilerin güçlenmesi ile sonuçlanması da gayet makul ve anlaşılabilir bir durumdur. Anlaşılır olmayan tek şey, dünya hegemonyası peşinde sadece son 35 yıldır Irak’ta 1 milyondan fazla insanı, Suriye’de yüzbinleri, Filistin’de sadece bu sene içinde kadın-çocuk demeden on binlerce insanı tüm insanlığın gözü önünde ve “onlar insan değil” açıklaması ile katleden, Ukrayna’da faşist çeteleri inşa eden, besleyen, silahlandıran, kendi halkının üstüne salan ABD emperyalizmi ve Avrupalı “sağ”-“sol” işbirlikçilerinin eyleminde faşizmi bulamayan dünya ve Türkiye “sol” u’nun Le Pen’de ve Orban’da bulabilmesidir: “Emek düşmanıymışlar”. ABD’nin ve İsrail’in tüm katliamlarına açık destek veren İngiltere İşçi Partisi ve diğer Avrupa “sol” u emek dostu ama Le Pen ve Orban emek düşmanı. Şüphesiz İngiliz İşçi Partisi’nin ve diğer “sol” tandanslı emperyalizmin “sol” unun halk düşmanlığında ulaştığı seviye Le Pen’i ve Orban’ı solcu ya da antifaşist veya antiemperyalist yapmaz. Hiçbir sosyalist de Le Pen’i antiemperyalist veya ulusalcı olarak tanımlamadı. Avrupa emperyalizminin Güney’in sömürüsünden elde ettiği ve kendi aristokrat işçi sınıfları dahil olmak üzere bölüştükleri kaynakların daralmasına duyulan tepkinin siyasal ifadesidir kendileri. Eni sonu Orban, Le Pen ya da benzerleri dünyanın kanını emen ABD-Avrupa ittifakında cürümleri kadar bir çatlağı temsil ediyorlar ve cürümleri büyümektedir. Biz, bu çatlağı derinleştirmek ve bu ittifakı dağıtmak için tırnaklarını kullanmayan “sol-sosyalist” etiketli kişi ya da örgüte sol diyemiyoruz, antiemperyalist ya da ilerici de diyemiyoruz. “Sol Komünizm”, bir çocukluk hastalığı diyoruz. Ve dün olduğu gibi bugün de “sol” hastalıklar, yükünü emeğin ve ezilen dünyanın değil emperyalizmin ambarına taşıyor.
Bugün dünya halklarını Orban ya da Le Pen tehdit etmiyor, ABD ve işbirlikçileri ediyor. Bugün milyonların kanını ABD ve işbirlikçileri döküyor. Bugün dolar hegemonyasının çöküşüne engel olabilmek için 3. Dünya savaşını ABD ve işbirlikçileri dayatıyor. 21. yy’da dünyaya 19. yy gözlükleri ile ve emperyalizmin merkezinden bakan, dünyayı hala Avrupa merkezli emek-sermaye çelişkisi üzerinden açıklamaya çalışan bu çocukluk hastalığı, emperyalizmin kendisine hizmet ediyor.
Her insan günü yaşarken alabildiğine materyalisttir. Evi yanarken su taşıyan kişiden sabıka belgesi soran olmaz. Kümesine yaklaşan tilkiyle bahçedeki ağacın elmasındaki kurt arasında çekimser kalan olmaz. Günlük hayatta tilkiyle elmanın kurdu arasında eşdeğerlik üretene güler geçeriz, elmanın kurdunu daha tehlikeli bulana ağlarız, siyasette öyle yapamıyoruz.
Bugün ABD ve Avrupa’da işçi sınıfı, 150 yıldır ezilen dünyadan ABD ve Avrupa’ya akan faiz ve zorbalık rantından aldığı sus payını koruma ve kollama telaşında “aristokrat” bir sınıftır, o da temsilcileri de emeği temsil etmiyor. Geçmişte sermayeye karşı işçi sınıfının temsilciliğini yapan “sol” partiler de bugün istisnalar hariç emperyalist tahakküm sisteminin devamcısı ve temsilcileridir. Emperyalizm öncesindeki serbest rekabetçi dönemde tarihin motor gücü olan emek sermaye çelişmesi bugün, emperyalizmle ezilen milletler arasındaki çelişmeye dönüşmüş bulunuyor. Bu dönemde devrim, emperyalizmin zayıf halkasında ve bağımsızlık temelinde milli demokratik devrimlerle gerçekleşecek ve daha ileriye yürüyecek.
Emperyalizm, milletleri tutsak ederek, dağıtarak, devletlerini yok ederek varlığını ve egemenliğini devam ettirmek, milletler de emperyalist tahakküme karşı tüm milli sınıfları ile direnerek ulus devletlerini inşa ederek özgürleşmek ve gelişmek zorundadır. Bugünün motor gücü bu çelişmedir. Bu gerçeği “sağcılaşmak” olarak analiz eden ultra sol fikirlerin tarih tekerleğini ileriye doğru döndürme eylemine bugüne kadar herhangi bir katkısı olmadı, bundan sonra da olmayacak.
Neoliberalizm, dünyayı kendi tahakkümünde birleştirme eylemini sadece silah ve para gücü ile gerçekleştirmiyor. İdeolojik hegemonya; tank, uçak, top ve paradan daha güçlü bir silahtır ve bu aracın mermilerini esas olarak emperyalizmin “sol” u üretmektedir. Emperyalizmi tarih sahnesinden silecek olan bağımsızlık savaşlarına, milli demokratik devrimlere, bu devrimlerle kurulacak ulus devletlere ve ulusalcılığa yönelik ideolojik saldırının beyni emperyalist “sol”, amelesi de satın alınan ya da beyni iğdiş edilen ezilen dünya “sol” u oluyor. Ezilen dünyada Mustafa Kemal’ler yerine ikame edilen İştirakçi Hilmilerle bir yüzyıl daha ayakta kalmanın ideolojik zemini yaratılmaya çalışılıyor.
Kapitalizmin kendi iç dinamikleri ve çelişkilerinin belirlediği bir ekonomik, sosyal, siyasal süreci değil; dünya pazarını ele geçiren muazzam bir finans ve silah gücüne sahip olan ve açık terör yolu ile önündeki engellere saldıran küresel bir mafya örgütünün ve onun sanal ve karşılıksız finans sisteminin muhatabıyız. 20. yy’ın başından ve Lenin’den bu yana, kapitalizmin krizlerinden ve Avrupa’da keskinleşecek emek sermaye çelişkisinden devrim üretecek hayal satıcılarının muhatabı değiliz. Yıkmak zorunda olduğumuz bu mafya sistemidir. Çökmesi ile kendisine yaslanan tüm unsurları da yıkıntılarının altına alacağı ve dünyanın güzelleşme olanağını yakalayacağı baş düşman bu yapıdır. Bu yapı boşluk değildir, boşluk olmadığını en çok Filistin ve Suriye halkları, tepelerine inen tonlarca bomba ve paramparça çocuk cesetleri ile biliyor. Boşluk olmadığını AKP iktidarının işbirlikçi ve teslimiyetçi çizgisinde de, ana muhalefet partisi olan CHP’nin Genel Başkan yardımcısının “ABD yalnızlaştı ve bölgede güçlü bir müttefike ihtiyacı var, bu biz olmalıyız. Bu şekilde ilişkilerimizi düzeltebiliriz” açıklamasında da ayan beyan görüyoruz. Boşluk olmadığını iktidarından muhalefetine sağ ya da sol tüm düzen partilerinin Nato’nun kuyruğunda, Nato ile dost Nato karşıtları ile düşmanca diziliminden de apaçık görüyoruz. İktidar olanı hedefe koyup karşısındakilerle birlikte hareket eden siyasetin Nato iktidarını sürekli hale getirmek ve güçlendirmek dışında bir şeye hizmet etmiyor olduğunu da.
Siyasal analizde baş çelişki – baş düşman tanımı, esas hedefi ve o hedefe vururken kimlerle birleşileceğini belirlemek ve topluma ilan etmek için yapılır. Baş düşmanınız saray ise, sarayı hedefe koyan kuvvetler ve onunla çelişen unsurlar dostunuz, yol arkadaşınız olur. Herkesin dostluğu ya da düşmanlığı sarayla kuracağı ilişki üzerinden belirlenir. Saraya ne kadar yakınsa size o kadar düşman, ne kadar uzaksa o kadar dost. Eğer baş düşmanınız emperyalizm ise de dostlar ve düşmanlar emperyalizmle kurdukları ilişki içinde aranır. Saray, Fettullah, Pkk, Chp, Mhp, Rusya, Suriye, İran, Putin, Le Pen, Orban ve tüm diğer kuvvetler emperyalizmle uzlaştıkları ve dost oldukları kadar düşman, dövüştükleri ya da çeliştikleri kadar dost ya da ara kuvvet olurlar.
Hedefe yönelik hareket etme, hedefe ulaşmaya hizmet eden olumlulukları öne çıkarma, olumsuzlukları göz ardı etme, hedeften uzaklaştıran ayrıntıları atlama gerçekçiliği, yani esas olanı belirleme ilkesi, tüm temel bilimlerde olduğu gibi sosyal bilimlerde de esastır ama Gramsci’nin de söylediği gibi öğrencisi yok denilebilecek kadar azdır.
Bugünün dünyasını anlayabilmek için; aşağıda vereceğim bağlantılardan, Yıldırım Koç hocamızın iki çok önemli makalesinin, her satırının üstünde uzunca durarak ve düşünerek okunmasını rica ediyorum.
LENİN VE EMPERYALİZM KURAMI
https://www.yildirimkoc.com.tr/usrfile/1398258697b.pdf
MARKSİST EMEK DEĞER KURAMI VE EMPERYALİST DÖNEMDE KAPİTALİST SÖMÜRÜ
https://yildirimkoc.com.tr/usrfile/1401701915b.pdf