Türkiye, jeopolitik konumu gereği, tarih boyunca birçok kritik dönemeçle karşı karşıya kaldı. Bugün de benzer bir yol ayırımında: ya emperyalist devletlerle hareket edip Suriye’deki savaşta bu güçlerin yanında yer alacak ve Suriye’nin parçalanmasına önayak olacak ya da bölge ülkeleriyle iş birliği yaparak emperyalizmin bu saldırısını püskürtecek.
Bugün Suriye’deki savaşın perde arkasında, emperyalist devletlerin gizli servisleri tarafından yaratılmış ve beslenmiş örgütler yer alıyor. Beyaz Baretliler, HTŞ, El Nusra ve IŞİD gibi yapılar, bölgedeki kaosu derinleştiriyor. Bu örgütler, Suriye halkına ve devletine karşı büyük bir saldırı içinde. Bu durum, Amerika’nın bölge ülkelerine “Yeni Dünya Düzeni” nin Ortadoğu ayağı olan Büyük Ortadoğu Projesi’nin bir parçası.
Tarihinin en zor dönemlerinden birini yaşayan ABD, içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik dibe gidişten kurtulmak için dünyayı büyük bir savaşa sürüklemektedir. Öte yandan, Ortadoğu’daki ileri karakolu İsrail’i korumak ve bölgenin zenginliklerini sömürmeye devam etmek için Ortadoğu’yu yeniden şekillendirme çabası içindedir. Bu amaçla, dün olduğu gibi bugün de en büyük müttefiki olan ortaçağ artığı zihniyetleri ve ayrılıkları körüklemektedir.
Bu stratejinin bir parçası olarak, emperyalist güçler sahte dostluklarla bölgedeki iş birliklerini derinleştirmeye çalışmakta ve bölge ülkelerini birbirine düşman kılmaya yönelik politikalar uygulamaktadır. Türkiye’nin kuruluş kodlarındaki anti-emperyalist ruh, bu zor dönemde bir umut kaynağı olarak değerlendirilebilir. Ancak, AKP iktidarının mezhepçi ve Neo-Osmanlıcı dış politika yaklaşımı ile emperyalist merkezlere olan bağımlılığı, bu potansiyeli baltalamaktadır. Şu ana kadar sergilenen pratik ve fikri tutumlar, maalesef Türkiye’yi Atlantik bloğunun bir uzantısı durumuna itmiştir. Bu durum, Türkiye’nin bölgedeki tarihi misyonuyla çelişmektedir ve ülkenin ulusal çıkarlarına zarar vermektedir.
Emperyalist güçler, bu örgütleri “yumuşatılmış” cihatçılar olarak pazarlamaya çalışıyor. Ancak gerçekte, bu gruplar IŞİD’in ideolojisini sürdürüyor. HTŞ’nin lideri Ebu Muhammed Colani’nin, IŞİD lideri Ebu Bekir el-Bağdadi gibi Amerikan hapishanelerinden geçmiş olması da dikkat çekicidir. Bu tür örgütlerin ortaya çıkışı ve eylemleri, Batılı güçlerin bölgeyi parçalama ve kontrol etme stratejisinin açık bir göstergesidir.
Türkiye, tarihsel ve coğrafi sorumlulukları gereği bu denklemi doğru okumak zorundadır. Bölge halklarının dayanışması, emperyalizmin planlarına karşı en büyük güçtür. Kürdüyle, Türküyle, Alevisiyle, Sünnisiyle; Arap’ıyla, Fars’ıyla bu dayanışma sağlanmadan, bölgedeki kaos ve parçalanma politikalarına karşı etkili bir direniş sergilemek mümkün değildir.
Bölge ülkeleriyle kurulacak güçlü bir ittifak, Türkiye’nin yalnızca bölgesel liderlik rolünü güçlendirmekle kalmaz; aynı zamanda emperyalizmin yıkıcı planlarını da boşa çıkarır. Bu dayanışma, yalnızca hükümetler düzeyinde değil, halklar düzeyinde de inşa edilmelidir. Halkların ortak bir irade sergilemesi, emperyalizmin bölgedeki varlığını sorgulatacak ve bölgeyi daha adil bir düzene taşıyacaktır.
Türkiye’nin önünde iki seçenek var: Ya Batı’nın çizdiği rotada hareket edip bu projenin bir parçası olacak ya da bölge halklarıyla omuz omuza vererek tarihsel bir sorumluluğu yerine getirecek. Bu tercih, yalnızca Türkiye’nin değil, bölgenin geleceğini de belirleyecek.
Author Profile
