Ortadoğu, emperyalist güçlerin oyun alanı olmaya devam ediyor. Halkların kaderi, Batı’nın çıkarları uğruna yeniden şekillendiriliyor. Bir yanda “insan hakları ve demokrasi” nutukları atan emperyalist devletler, diğer yanda kendi besledikleri terör gruplarını devletlerle pazarlık masasına oturtuyor. IŞİD ve El Kaide türevlerinden biri olan HTŞ’nin lideri Ebu Muhammed el-Colani’nin Türkiye’ye geldi. Bu sadece bir diplomatik rezalet değil, aynı zamanda emperyalizmin Ortadoğu’daki kanlı ajandasının bir parçasıdır.
Colani kimdir? HTŞ, Suriye’de halkı katleden, özellikle Alevi ve Hristiyan toplumlarına yönelik soykırım suçu işleyen, emperyalist istihbarat örgütleriyle bağlantıları açıkça bilinen bir terör yapılanmasıdır. Yıllardır Batı’nın gözleri önünde, Türkiye’nin de dahil olduğu kimi güçlerin desteğiyle varlığını sürdürmektedir. Colani’nin Türkiye’de resmi protokolle ağırlanması, onun işlediği suçlara ortak olmak anlamına gelir.
Bu noktada ikiyüzlü Batı politikalarının altını çizmek gerekiyor. Almanya, Fransa ve ABD gibi ülkeler yıllardır terör örgütlerini doğrudan ya da dolaylı destekleyerek kendi emperyal ajandalarını hayata geçiriyorlar. Ortadoğu’daki halkların kanı üzerinden şekillenen bu politikalar, Türkiye gibi bölgesel aktörleri de suç ortaklığına zorluyor. Örneğin, Batı bir yandan “IŞİD’le mücadele” bahanesiyle Ortadoğu’ya askeri müdahalelerde bulunurken, diğer yandan IŞİD ve El Kaide bağlantılı gruplara istihbarat ve lojistik destek sağlıyor. Aynı durum, Suriye iç savaşında selefi-cihatçı çetelerin Batılı istihbarat servisleri tarafından nasıl kullanıldığını da gösteriyor.
Türkiye’nin AKP iktidarı döneminde bu kirli denklemin bir parçası haline gelmesi, dış politikasındaki bağımsızlık iddialarını tamamen boşa çıkarıyor. Türkiye, Suriye savaşının başından beri emperyalizmin taşeronluğunu üstlendi. Önce “Esad rejimini devireceğiz” söylemiyle cihatçı grupları destekledi, ardından Astana sürecinde Rusya ve İran ile uzlaşıya vardı. Ancak görünen o ki, AKP hükümeti halen emperyalist güçlerin taleplerine uygun adımlar atmaya devam ediyor.
Bugün, HTŞ gibi örgütlerin liderleri meşru birer figür gibi uluslararası arenada ağırlanıyorsa, burada yalnızca Batı’nın değil, Türkiye’nin de ciddi bir suçu vardır. Bu, bölgesel istikrarı bozan, halkların güvenliğini tehdit eden ve Ortadoğu’yu daha da kanlı bir bataklığa sürükleyen bir politikadır.
Bu durum, Batı hayranı sözde “solcuların” da yüzleşmesi gereken bir gerçeği ortaya koyuyor. Avrupa ve ABD, insan hakları, demokrasi ve özgürlük söylemleriyle dünya halklarını kandırmaya devam ederken, aynı zamanda en karanlık terör örgütlerini besleyen birer suç makinesine dönüşmüşlerdir. Batı’nın emperyalist politikalarına göz yuman veya onları meşrulaştıran her söylem, halkların kanına bulanmıştır.
Anti-emperyalist bir çizgide durmak, yalnızca Batı karşıtlığı yapmak değil, aynı zamanda Türkiye’nin iç politikasındaki emperyalizme bağımlı yapıyı da eleştirmeyi gerektirir. AKP’nin dış politikası, ulusal bağımsızlıktan tamamen uzak, emperyalizmin bölgedeki taşeronluğunu üstlenen bir niteliğe bürünmüştür. Eğer bugün HTŞ liderleri Türkiye’de ağırlanıyorsa, bu yalnızca emperyalizmin değil, AKP’nin de halklara karşı işlediği suçların bir kanıtıdır.
Bu yüzden, emperyalizme ve onun bölgedeki işbirlikçilerine karşı güçlü bir anti-emperyalist duruş sergilemek gerekir. Türkiye, kendi bağımsız yolunu çizmedikçe, emperyalizmin güdümünde hareket eden bir devlet olmaya devam edecektir. Ve bu da, Ortadoğu’da süregelen kan, gözyaşı ve yıkımın ortaklarından biri olmak demektir.
Şimdi, Batı’nın “insan hakları ve özgürlük” masallarına kananlara sormak lazım: Emperyalizm hangi halkın özgürlüğünü getirdi? Hangi mazlum halkı gerçekten korudu? Ve hangi sömürü düzeni, halkların yararına bir sonuç doğurdu?
Gerçek anti-emperyalist duruş, ne Batı’nın ne de onun bölgesel işbirlikçilerinin propagandasına kapılmamaktan geçer. Ve Türkiye, AKP iktidarı boyunca bu bağımsızlıktan her geçen gün uzaklaşmıştır.
Author Profile
