Yeryüzünde bütün devletlerin bir silahlı gücü yani ordusu mutlak vardır ve olmalıdır da. Bu ilgili devletin varlığı, bağımsızlığı, geleceği ve varsa başka amaçları(!) için gereklidir, zorunludur. Biz, “başka amaçlar” sayfasına girmeden konuyu irdelemeyi, demokratik devlet ve ordu biçimlenişi yönüyle konuya bakmayı ülkemiz için öncelikli görüyoruz. Kuruluş ve kurtuluşun, Cumhuriyet Devrimi’nin ordusu TSK’den söz ederken olmazsa olmaz ilkelerin yaşamsal olduğunu, bir “beka” konusu/sorunu olduğu gerçeğini her zaman öne çıkarırız!
İlkel devlet sınıflandırmasını bir yana bırakarak devam edelim. Orta Çağ yöneticileri, krallar, imparatorlar, şahlar, padişahlar… kendilerine bağlı/sadık ordular sayesinde saltanatlarını korumuş sürdürmüşlerdir. “Biat kültürü”, demokratik olmayan yönetimlerin ve tepe yöneticilerin oluşturmak isteyebileceği en öncelikli “hiyerarşi” ve gelenektir. Kendi varlık nedenini unutan, sorgulamayı saygısızlık ya da “suç” olarak gören ya da ses çıkarmayıp kanıksayan, “kralım/padişahım/başkanım… çok yaşa” diyen bir “hiyerarşi” … Elbette ülkelerinin kimi çıkarlarını da öyle ya da böyle korumuş, savunmuş olabilir de bu tür ordular. Oysa Cumhuriyetin, Mustafa Kemal’in ordusunun, TSK’nin vaz geçemeyeceği ilkeler, öncelikler, görev ve sorumlulukları vardır. Bu temel nitelik ve yapıyı eritip yok etmeden kişi ya da kişilere sadakati/biati öne çıkaramazsınız. İşte özellikle son yirmi yıldır yapılmak istenen budur!
Ordumuzun yapısını/geleneklerini/teamüllerini değiştirmeden bu dönüşüm sağlanamazdı. ABD’ci 12 Mart ve 12 Eylül darbeci ve faşist temsilcileri bir yana koyarak vurguluyorum; eksiklerine karşın Genelkurmay Başkanlarının ve komutanların geleneksel tavrı yöneten(ler)i korumaktan daha çok ülkenin ve Cumhuriyetin korunmasına, yaşatılmasına ilişkin öncelik ve sorumluluklardı. Eksiklerine, kimi zaman yanlışlarına karşın yine de kararlı bir yapı ve gelenekten gelen TSK, Karadayı ve Kıvrıkoğlu gibi komutanlardan sonra güç ve nitelik yitimine uğradı. Cumhuriyet ve devrimlere saldırı ve karalamalara göğüs geren TSK yerine savunmaya geçen bir Genelkurmay ve komuta kademesi izler olduk. Giderek ilke ve geleneklerine/cumhuriyete bağlılık yerine kişilere sadakati öne çıkaran Genelkurmay başkanlarını toplum görmeye başladı. Yeri gelince ABD’ye hayır diyebilen, onlarla “iş tutma” sevdasına kapılan siyasilere karşı çıkabilen bir komuta kararlılığı, Karadayı ve Kıvrıkoğlu tutarlılığı artık geride kalmıştı. Onların yerine “şak” oturan “şak” kalkan, sadece alkışçı bir anlayış gelişti. Bu da yetmedi Cumhuriyet ve Atatürk’le sorunu olan siyasal iktidara eklemlenmiş, kimisi de “yamanmış” komutanlar görmeye başladık…
Emekli olduktan sonra AKP’de siyaset anlaşılabilir. Ancak TSK’nin de bağlı olduğu Millî Savunma Bakanlığı’na önceki Genelkurmay Başkanları atanmaya başlandı… Bunun ordumuz üzerindeki etkisi hiç de hafife alınamaz, küçümsenemez. Artık askeri ve siyasi bir komutandır Milli Savunma Bakanı! Dolayısıyla TSK’nin biçimlenişine, atama/yükseltme ve her tür iç işleyişe müdahalesi artık siyasi bir tercih konusudur. Yüksek Askeri Şura’da terfisi/yükselmesi önlenen, emekliliğe sevk edilen/zorlanan kurmay askerler ağustos ayını kıyım/engel ayı gördükleri için yıllardır sevmiyorlar artık!
Genç subaylar ve özellikle Harp Okullarında Atatürkçü subayların yapay soruşturmalarla lekelenmeye çalışılmaları sıklaştı. Soruşturulan subayların kovuşturmalarla ordudan atılmaları, dönüştürme sürecinin yeni vuruşlarıdır. Sembolik olduğundan daha önemli kabul edilmesi gereken “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sözlerine tahammül edemeyen bir anlayış, esas olarak Mustafa Kemal Atatürk’ten korkmakta. “Ergenekon”, “Balyoz”, “Amirallere Suikast”, “Casusluk”, “Oda TV” gibi dosyalarla sanal “suç” örgütlenmeleri yaratarak Cumhuriyet Ordusunun seçkin subaylarını, Cumhuriyet Devrimi’nin siyasal öncülerini, yazılı ve görsel basının/medyanın yurtsever yazar-çizer-düşünür ve gazetecilerini hapse tıkanlar korkmakta haklıdırlar! Çünkü suç işlediklerini bilmektedirler.
Orduyu dönüştürme stratejisi yeni olmayıp uzun geçmişe dayanır. Bir yandan halkın bilinçlenme/aydınlanma kaynaklarını bulanıklaştırarak kirli/yalan-yanlış “bilgileri” yandaş ve sözüm ona yansız/merkez basın aracılığıyla halka boca edilmekte. Art arda ve sürekli yeni yalanlarla, söz ve söylemlerle, “İcraatın İçinden” formatıyla ömürlerini uzatma çabasında olanlar, evet korkmakta çok haklılar! Sadece Harp Okullarının mezuniyetinde “Mustafa Kemal’in askeriyiz” diye haykıran teğmenlerden değil, onların, daha doğrusu Atatürk’ün yurt sathına dağılmış gölgesinden/izinden korkmaktalar. Onların ayağa kalkışını, şahlanışını, zor günlere müdahalesini atalarından dinlemiş olmalılar; asıl korkuları budur!
– Bu yazının bağlamı içerisinde emperyalizm olgusunu göremeden/görmeden ve onunla çıkar iş birliğine girerek ülkemizi ucu açık karanlıklara sürüklemek isteyen anlayışı/anlayışları ortaya çıkarmadan/deşifre etmeden Mustafa Kemal’in askeri olunamayacağını “tatlı su siyasetçileri” ne de anımsatmak bir görevdir diye düşünüyorum! –
Teğmenlerin atılması, Cumhuriyet Ordusu TSK’nin tasviye edilip dönüştürülme eyleminin son harekatıdır! Ancak, şair ne diyor; “Tükenir elbet/Denizde kum gökte/yıldız tükenir/Bu vatan bu topraklar cömert/Kutsal bir ateşim ki ben sönmez/İnanın Mustafa Kemaller tükenmez…. (Halim Yağcıoğlu)
Tarih, yalnız “yeneni”- “yenilenleri”, “kazanıp”- “kaybedenleri” değil, nafile/boş çaba içinde olanları da kayıt altına alıyor. “Korkunun ecele bir faydası yok” sözü bugünler için de geçerli.
Artık daha çok, daha sıkı Mustafa Kemal’in askeri olmak zorundayız. Sayısal çokluktan söz etmiyorum, kuşkusuz bu da çok önemli. Cesaret, bilinç ve görev isteği ile öne atılmak, sorumluluk duyumsayarak Cumhuriyetçi-Halkçı-Yurtsever-Devrimci…siyasileri bir araya getirmek için daha çok Mustafa Kemal’in askeri olunmalı.
-Yarınlar Güzel Olacak-
Author Profile
