Bazı rüyalarımız efsane bir dünyanın yansıması olarak bize önemli ipuçları vermektedir.
Ancak enteresan olduğu kadar, iyi, kötü ve kâbus tarzı rüyalarımızda günlük ve bazen genel hayatımızı etkilemektedir. Çoğunlukla uyandığımızda onları unuturuz ya da hemen bir yorum yapmak için ayağa kalkarız. Güne bir anlam kazandırmak için rüyayı anlamlandırmaya çalışırız. Bir his içimizi kapsar ve dünyada her şeyin bir anlamı olmalı ve hatta bir nedenin nedeni demekten kendimizi alamıyoruz.
İlginçtir ki şu ana kadar hemen hemen hiç kimse kendi rüyaları hakkında yeterli ve aynı değerde açıklanabilir bir çözümleme sahibi olamamıştır. Bunu yaptığım rüya analizlerinde müşahede etmekteyim. Çözümlenmesi ya da analizi yapılsa da kişi rüyanın efsanevi tarafı ile çok fazla ilgilenmektedir.
Aslında bir rüya için birçok saat ayırmak ve kişinin varlık olmada ki meselelerini ve hayatın anlamını rüyadaki sembolle buluşturma çabaları inanın arkeolojik bir çalışmayı gerektirir. Dolaysıyla ben rüya çalışmalarını psiko-arkeolojik faaliyet olarak değerlendiriyorum. Bazı rüyalar gelecekle ilgili hayal ve umutlarımızı güçlendirirken, bazıları ise bizi düşündürür ve gün içinde melankolik bile yapar. Ancak bildiğim şudur ki; rüyalar hafızada kalıcı özellikler bırakırken, insan için bir anıya dönüşmez; çünkü rüya bilinçaltının derinliklerinde saklı kaldıkça etkisini yaşam boyu da sürdürebilir.
Bu açıdan rüyalarımız geleceğe yönelik bize bazı mesajlar verirken, hayal dünyamızın yapısındaki karakteristik özelliklerinin dinamikleri hakkında da bilgi verir.
Fakat bunun öğrenilmesi pek de öyle kolay değildir:
Psiko-arkeolojik – psikanalitik bir çalışmanın bu süreçte pek daha nitelikli olacağı aşikârdır.
Rüyalar oluşurken bilinç, bilinçaltına tabiidir.. Bilinçaltından gelen uyarılar veya bazı bilgiler sansürlenmeden gün ışığında uyanan kişi tarafından kendine has bir şekilde bir anlam bulma çabasının bir teselliden öte gitmemesi arzulanır; fakat çoğunlukla rüya yorumları rüyayı bayağılaştırır.. En kötüsü ise rüyanın bir uzman yerine, herhangi biri tarafından yorumlanmış olmasıdır. Bu rüyanın içerik ve özelliği ya da dinamikleri için zararlı bir süreçtir. Hayal ve umutların yeşermesi için, her rüyanın iki yönlü ele alınmasının zaruri olduğunu vurgulamak istiyorum. Bir bakıma her rüya olumlu ve olumsuz içerikleri gereği, kişinin öznel hayatına dönük olarak, yapılan çözümlemelerin şimdi ve geçmiş zaman -mekan bağlantılarından bağımsız olamaz.
Rüyalarımızı gerçekten de çok ciddiye alıyoruz; fakat onlar geçmiş ve şimdiki zamanın ürünleri olarak analize mahkûmdur. Öyle ki yapılan her yorum keyfi bir netice yaratırken, rüyanın anlaşılabilmesini daha zorlaştırmaktadır.
Hangi nedenden olursa olsun, ben insanın işlevsel sisteminin genelde yanlış çalıştığını ve bunun için yürekten yüreği, akıldan beyne uzanan bir eğitimin derinden yeni bir temele oturtulmasının zaruri olduğunu düşünüyorum.
Bir bakıma kapitalist ekonominin ve uygarlığın eriştiği huzursuz insanın yarattığı tahribat, rüyalarımızı ve hayallerimizin karakterini olumsuz etkilemiştir. İnsanın insana ve doğaya yabancılaşarak yaşaması onun edindiği kazanımlarını ve en halis yanlarını ters yüz etmektedir.
Yanlış çalışan insan sistemini var olan hastalıklarımızdan anlayabiliriz.. Kanserden ve her türlü psikotik ya da psikosomatik hastalık zinciri, insanın doğadan biraz daha uzaklaşmasına sebep olmaktadır. İşte bu ahval ve durum içinde oluşan rüyalarında karakteristik yapısı bazen korku içerikli ve bazen de savaş içinden gelen insanın yaşadığı hazin rüyalar gibi kaotiktir.
Sistemin daha iyi çalışması için her insan rüyalarını ve hayallerini sorgulaması ve analitik düzeyde irdelemesi, kendisiyle yüzleşmesi pek tabii güzel sonuçlarla birlikte iyileşme süreci açısından pek anlamlı olacaktır. Bu bağlamda yaratıcılık bir eylem ve hareketi gerektirir. Hatta kognitif gelişimin bir tezahürü olarak insan, yaratıcılığa mahkûmdur. Yaşamın yaşana bilirliğine kapı aralayan insanın yaratıcılığıdır. İnsan yoksunluk içinde veya “zorda kalan, yaratıcı olur” -deyimi bir alman atasözünden geliyor “(Not macht erfinderisch)”. O halde en zor koşullar en büyük çözümleri dayatır veya bu çözümleri gerekli kılar. Dolaysıyla en zor anlarda ufuktan güneşin doğabileceğini görmek ne ise zorun dayattığı an da en büyük andır. Bu çok çeşitli ölçeklerde olur: Kişinin kognitif ihtiyaç ve çerçevedeki durumla direkt alakalıdır.
Devrim, Aşk ve yeni Hayatlar kurmak da büyük çözümlerin oluştuğu anlardır.
En zor, fakat değişimin en haz verici yanı zorun, zorunlu olduğu anlardır. Birlikte düşünüp ve vicdanen sorgulamak gerekir: Kurtuluş savaşı ve sonrasında kurulan büyük Türkiye Cumhuriyeti en zor anda, ancak en çarpıcı yaratıcılık içinde vuku bulan büyük devrimin ismidir.
Dolaysıyla yaratıcılık:
İnsan yaratıcılığının diğer canlılara göre farklı özellikler taşıdığını ve bu özellikleri ile yaşamını organize edebilme yetisini özellikle “Taş devri” inden beri önemli ölçüde geliştirdiğini söyleyebiliriz. Yaratıcılığını en önemli kanıtı da gezegenimizde kurduğu çok farklı zamanlarda ve mekânlarda ki uygarlıklardır. İnsanın yaratıcılığı onun çok yüksek zekâsından değil, insanlaşmanın gereği olarak, zorunlu ve yaşamını organize edebilme yetisi ile insan olabilme özelliğini kazanması sonucu, bugünkü konumuna geldiğini görmekteyiz. Bu yaratıcılık özelliğini geliştirmemiş olsaydı, insan türü ayakta kalamazdı.
Bilim ve sanat alanın da öne çıkan birçok buluş ve yaratıcılık, insanın varlık ve anlam üzerinde oluşturduğu kendini bilme ve keşfetmesi ise gerçekten zekânın pek anlamlı ve zekice kullanılması ile pek ilintilidir. Sanatsal ve estetik yaratıcılık, insanın varlık sebebini çeşitlendirmekle kalmayıp, onun hayatını-yaşamı tanımlama da, ilginç ve güzel olması gerektiği üzerine keyif ve haz dünyasını zenginleştirerek bugünlere gelmiştir.
Genelde geçmiş uygarlıkların yaşam hakkında elde ettikleri ile bize kalan bazı arkeolojik buluntulara da çok şaşırırız. Yöntem ve metotlarının çeşitliliği bize bugünkü yaşam hakkında birçok ipucu vermektedir.
Kaldı ki geçmiş dönemlerin sanatsal yaratımlarını çeşitli arkeolojik müzelerde sergilendiğini gördüğümüzde pek enteresan duygu yüklü anlamları ile bir gerçeğin ve hayata ilişkin anlamın ifade edildiği sanatsal bir abideyi görmek pek mutlu edici olduğu açıktır.
Düşünün ki müziksiz insan ne denli fakir olacaktı şimdi: İşte bu yaratım bile çağlardan bize kalan büyük kazanımdır. Hoş ve insanın insanlaşmasında önemli bir rol oynayan müziğin evrenselliği insanı da evrenselleştiriyor. Pek büyük bir iletişim sanatı olduğu kadar kendini ifade de zorlanan insanın müziğe yönelmesi de yaratıcı gücünün bir belirtisidir aynı zamanda.
Müzik ve tiyatro sanatının bu denli iyi gelişmesi, geçmiş uygarlıkların pek önemli payı vardır. Kısmen haberleşme aracı olarak kullanılan bazı enstrümanlar ses ve çok seslilik içinde uzun ifade biçimlerine yol açmış ve bugünkü halini almıştır.
Yüz yıl içinde gerçekleşen büyük devrimler, sosyal devrimlere ve teknolojik yenilenme den tabii bilimlere de oluşan büyük buluşlara da yansıyarak günümüz insanın gelişimini sağlamış ve insanlık, sorunlarını 21. yüz yılda da çözecek güce kavuştuğunu söyleyebiliriz. Ancak insan bu bağlamda bir tercih yapmak zorundadır. İyi ile kötü arasında bir tercih yapma zorunluluğu, onu ya insan gibi insan, yani ‘Adam Olmak’ şiiri ile ün kazanmış Nobel Ödüllü Britanyalı şair Rudyard Kipling’in şiirin de betimlediği gibi, tercihini etik sorumluluk ve hür vicdanı ile yapmak, onu yani insanı adam yapacak veya insanlaştıracaktır.
“…..
ADAM OLMAK
…Düşlere kapılmadan düş kurabilir
Bekleyebilirsen usanmadan
Yalanla karşılık vermezsen yalana
Kendini evliya sanmadan
Kin tutmayabilirsen kin tutana
Herkesle düşüp kalkar erdemli kalabilirsen
Unutmayabilirsen halkı, krallarla gezerken
Dost da düşman da incitemezse seni
Ne küçümser ne de büyültürsen çevreni
Her saatin her dakikasına
Emeğini katarsan hakçasına
Her şeyiyle dünya önüne serilir
Üstelik oğlum, adam oldun demektir.”
– (çevirisi cumhuriyetimizin değerli Başbakanlarından Bülent Ecevit’e aittir).
İşte bu yaratıcılık sonucudur ki insan, yaşamın yeni sorularına yanıt bulabilmek için yine kendi yaratıcı gücünü öne çıkarmak ve kullanmak zorundadır. Tercihini haça düzen ve paylaşımcı demokratik akıl ve iktisat dan yana kullanırsa insan, insanlaşma sürecinde tökezlemeden yoluna devam edebilecektir.
Bundan dolayı insan yaratıcılığının kendisi vazgeçilmez ve sürekliliği arz eder. Onsuz, insanın varlığı tehdit altındadır. Her tür yaratıcılık, olması gereken etik sorumluluğu da beraberinde oluşturmalıdır ki, insan insanlaşırken farklılığını daha iyi fark edebilsin. Bir bakıma kültürleşen insanın, insanlaşma serüveni bu açıdan tarihseldir. Ancak olgunun kendisi yani yaratıcılık, tarihsel değil, bir zorunluluktur. Olgu tarihsellikten daha önce başlar, çünkü insan ve insanlaşma bir olgudur,- evrenin ve dünyanın oluşum öyküsünde. Evrenin canlılığında ve onun oluşumunda var olan her canlı birer olgudur da ondan.
Author Profile
Latest entries
- ana manşet28/11/2024Marksist din eleştirisinin dönüşümleri-1
- ana manşet21/11/2024Faşizmin inşaası üzerine geliştirilen eleştirilerin teorik çıkmazları-2
- ana manşet14/11/2024Faşizmin inşaası üzerine geliştirilen eleştirilerin teorik çıkmazları
- ana manşet07/11/2024Tasarım ve hayalleri ile rüyasını yaratan insan