“Kumandan muharebeyi, harp meydanında değil, kafasında kaybederse, bu yenilgi, tam yenilgi olur” İsmet İnönü
“Nihayet Eylül 1918’de Suriye’de, düşmanın son taarruzu çattı. Bu sırada Mustafa Kemal tekrar VII. Ordu Kumandanı bulunuyordu.
Bu taarruz sırasında cephe denizden sahile doğru VIII. VII. ve IV. Ordular tarafından savunuluyordu. Fakat 19 Eylül’de VIII. Ordu cephesi yarıldı. Bunun üzerine VII. Ordu da çekilmek zorunda kaldı. 21 Eylül’de ricat emri verildi. VIII. VII. Ordu hemen kâmilen erimişti. VII. Ordunun kuzeye çekiliş yolu da kesilmişti. İşte bu safhada Mustafa Kemal, ordusunu Şeria Nehrinden doğuya geçirerek nehrin doğusunda Aclun Dağlarına almak kararını verdi ve bunu güçlükle başardı. Fakat ricat çetin ve kayıplı oldu. Birlikler arasında irtibat kaybedildi. İngilizlerin saldırısı, Arapların kanlı ihaneti, yolsuzluk, açlık, ilaçsızlık, hele susuzluk son kerteyi buldu. Bu arada Albay İsmet’le yanındaki III. Kolordu kalıntılarından hiç haber alınamadı. III. Kolordu’nun bazı elemanları arasında ümitsizlik de son haddine vardı. Hatta esir olmayı teklif edenler çıktı. Alt ve üst rütbede bir kısım kolordu mensuplarının teslim olma yolunda bir mazbata hazırladıkları da anlaşıldı. Ama Albay İsmet’in buna verdiği karşılık çok sert oldu.
Mustafa Kemal’in ordu karargâhı da gene bir aralık hem İsmet Bey’den hem kolordusundan ümidi kesti. O sırada Nablus Mutasarrıfı olan Faik (Öztrak) Bey’den (sonra milletvekili) şöyle bir hatıra naklederler.
‘Havran ovasında bir köye kulübesi. Mustafa Kemal Paşa, başı iki yumruğu arasında sıkışık, saatlerdir düşünüyor. Karşısında Faik Bey, bu sessiz facianın tek seyircisidir. Zaman zaman göz göze geliyorlar:
-Paşam hiç ümit yok mu?
-Bütün şartlar öyle.
Ve sonra ordu kumandanı, İsmet Bey’e üstün bağlılığını açığa vuran çok dokunaklı sözler konuşur. Ama Albay İsmet de kolordusunun kalıntılarını esaretten kurtarmış ve nihayet ordusuna katılmıştır. Eğer İsmet Bey, düşmana esir düşseydi, hayatının akışında sanıyorum ki çok şey değişirdi. Esaret, askerin artık sonu demektir.”[1]
İSMET PAŞA ANILARINDA DA ANLATIYOR BU OLAYI
İsmet Paşa anılarında bu olayı uzun uzadıya anlatır. Onlardan da aktarımlar yapalım:
“20 Eylül sabahleyin Yıldırım Karargâhı olan Nasıra kasabası düşman süvarisinin baskınına uğramıştı. Düşman ilk günü bütün sevk ü idare karargâhını esir etmek gibi müstesna bir teşebbüse girişmişti. Yıldırım Karargâhı metanetli tedbirle kendini kurtardı.”[2]
Ne ki durum umutsuzdur, üstelik 3. Kolordu Kumandanı İsmet Bey, halkın süslü elbiseler giyinip düşmanı karşılamaya hazırlandığını da haber almıştır. Ve tam o sırada düşman kıtaları kolordunun kuzeyle olan irtibatını keser. Buna karşın yine de 24 Eylül’de Şeria nehri kenarında Eşşak denilen yere kolorduyu götürebilir ve 25 Eylül’de de Şeria’nın doğusuna geçer İsmet Bey. Sonrasını şöyle anlatır:
“Şeria’yı geçtikten sonra, akşam vakte kadar yürüyerek Aclun denilen kasabaya ulaştık. Burada ordu kumandanımızı buldum. Beni lütufkâr bir surette karşıladı. Bildiği kadar Suriye’deki askeri ve siyasi vaziyeti anlatmaya çalıştı. Mustafa Kemal Paşa güç bir vaziyetten askerimi kurtarmış olarak gelmemden dolayı aşikâr bir surette memnunluk ve sevinç gösterdi.”
Evet, Mondros Mütarekesi’ne bir ay kala ordularımızın Suriye’deki durumu budur işte. Yıldırım Orduları Kumandanı Alman Liman Von Sanders, Adana’ya çekilmiş, daha sonra kurtuluş savaşını yapacak olan bizim üç paşamız Mustafa Kemal (Atatürk), İsmet ve Ali Fuat (Cebesoy) orada İngilizler ve isyancı Arap aşiretlerine karşı onur mücadelesi vermektedirler.
Ve işte bu paşalar, Atatürk komutasında 25-26 Ekim’de, Halep’in 5 kilometre kuzeyinde İngiliz ve Arapları fena bir yenilgiye uğratırlar. Birinci Dünya Harbinin bizim için son muharebesi ve zaferi de budur. Çünkü 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi imzalanmış, harp sona ermişti.”
[1] Şevket Süreyya Aydemir-İkinci Adam, 1.Cilt
[2] İsmet İnönü- Hatıralar/Bilgi Yayınevi
Author Profile
