Av. Önder Kırmızıtaş yazdı…
Abdullah Öcalan’ın son mektubu, Türkiye’de yeniden bir “çözüm süreci” tartışmasını gündeme getirdi. Ancak bu tartışma, geçmişin hatalarından ders çıkarmadan, aynı yanlışların tekrarlanması anlamına geliyor. AKP-MHP hükümeti ile PKK ve onun siyasi uzantıları arasında yürütülen bu süreç, aslında Türkiye’nin ve bölge halklarının çıkarlarını gözetmeyen, emperyalizmin planlarına hizmet eden bir oyunun parçası.
ABD, Ortadoğu’daki varlığını kalıcı hale getirmek ve bölgeyi kendi çıkarları doğrultusunda yeniden dizayn etmek için PKK/PYD kartını kullanıyor. Türkiye’de bir “çözüm süreci” görüntüsü altında, Suriye’nin kuzeyinde, yani Rojava’da ABD güdümünde bir yapı inşa ediliyor. PKK’nin sözde silah bırakması ya da Türkiye içinde bir “demokratik açılım” sürecine girmesi, aslında ABD’nin Suriye’deki planlarının tamamlanması için bir ön koşul olarak sunuluyor. Ancak bu sürecin sonunda kazanan kim olacak? Türkiye mi, yoksa ABD’nin bölgedeki vekil güçleri mi?
ABD’nin Ortadoğu’yu Dizayn Etme Planı
ABD, 1991’den beri Ortadoğu’da fiili bir savaş yürütüyor. Irak’ın işgali, Arap Baharı sürecinde Suriye’ye yönelik saldırılar ve DEAŞ bahanesiyle bölgede kalıcı üsler kurması, bu büyük planın birer parçası. Bugün Suriye’nin kuzeyinde bir “terör koridoru” oluşturulması, ABD’nin bölgedeki varlığını sağlamlaştırmaya yönelik en kritik hamlelerden biri.
PKK/PYD’nin silahlandırılması, askeri eğitim verilmesi ve bir devletçik kurma girişimleri, Türkiye’nin bütünlüğü açısından büyük bir tehdit oluşturuyor. Fakat asıl tehlike, bu yapının meşrulaştırılması ve uluslararası kamuoyunda “demokratik bir proje” olarak sunulması. Bu bağlamda, Türkiye içinde yeni bir çözüm süreci tartışmasının başlaması, tam da ABD’nin Suriye’deki planlarının tamamlanmasına denk geliyor.
Çözüm Süreci: Eski Tuzak, Yeni Paketleme
2009-2015 yılları arasında yürütülen çözüm süreci, terör örgütünün şehir yapılanmasını güçlendirmesine, hendek terörüne ve Türkiye’nin daha büyük bedeller ödemesine yol açtı. O dönemde PKK, devletin tanıdığı siyasi alanı kullanarak güçlendi, şehirlerde silah stokladı ve Suriye’deki varlığını pekiştirdi.
Bugün ise benzer bir süreç, farklı bir içerikle tekrar gündeme getiriliyor. Ancak bu sefer PKK’ye verilen vaat, sadece Türkiye içindeki “demokratik haklar” değil, aynı zamanda Suriye’nin kuzeyinde bir statü sağlanmasıdır. ABD, PKK’nin silah bırakmasını, Türkiye’nin değil, Rojava’daki oluşumun kurumsallaşması için bir araç olarak sunuyor. Yani Türkiye, eğer bu sürece girerse, sınırlarının hemen yanında, ABD’nin himayesinde bir PKK devleti oluşmasına zımni onay vermiş olacak.
Yeni Anayasa ile Cumhuriyetin Son Kaleleri Yıkılıyor
Bu sürecin diğer ayağı ise “yeni anayasa” tartışmaları üzerinden yürütülüyor. Öcalan’ın mektubunda geçen “inanç temelinde birlik” vurgusu, çözüm sürecinin sadece PKK’nin silahsızlandırılmasıyla sınırlı olmadığını, Türkiye’deki rejimin dönüştürülmesiyle doğrudan bağlantılı olduğunu gösteriyor. Öcalan’ın bu ifadesi, laikliğin aşındırılması ve kimlik siyaseti üzerinden yeni bir vatandaşlık tanımı getirilmesi anlamına geliyor.
Sırrı Süreyya Önder’in mektubun okunması sırasında eklediği “pratikte silahların bırakılması, demokratik siyaset ve hukuki boyutun tanınmasını gerektirir” sözleri de, aslında yeni anayasa sürecinin PKK’ye verilen bir garanti olduğunu ortaya koyuyor. PKK’nin silahsızlandırılması, sadece Suriye’deki planın tamamlanmasıyla değil, Türkiye’de anayasal düzeyde tanınacak bir “hukuki statü” ile ilişkilendiriliyor.
Benzer şekilde, Binali Yıldırım’ın vatandaşlık tanımına yönelik açıklamaları, ulus-devlet kavramının aşındırılmak istendiğini gösteriyor. Yeni anayasa süreciyle, Türkiye’deki vatandaşlık anlayışı dönüştürülerek, etnik ve mezhepsel temellerde parçalanmış bir yapı yaratılmak isteniyor. Bu durum, emperyalizmin böl ve yönet stratejisinin bir parçası olup, Türkiye’nin bütünlüğünü tehdit eden bir projeye dönüşüyor.
Türkiye’nin ve Bölge Halklarının Çıkarları Nerede?
Bu süreçte en büyük kaybeden, Türkiye ve bölge halkları olacaktır. Irak’ın kuzeyinde Barzani yönetiminin nasıl ABD ve İsrail’in çıkarlarına hizmet eden bir yapı haline geldiğini gördük. Benzer bir sürecin Suriye’nin kuzeyinde inşa edilmesi, sadece Türkiye’yi değil, Suriye, İran ve Irak’ı da doğrudan etkileyecektir. Bölgenin etnik ve mezhepsel temelde parçalanması, halkların ortak yaşamını imkânsız hale getirecek, savaş ve istikrarsızlık sürecini derinleştirecektir.
Türkiye’nin, emperyalizmin oyunlarını görerek hareket etmesi gerekiyor. Sahte barış süreçleriyle Türkiye’ye tuzak kuranlar, aslında savaştan ve bölgesel kaostan beslenen odaklardır. Barış, halkların birliğiyle, emperyalist müdahalelere karşı bağımsız bir duruş sergileyerek sağlanır. Aksi halde, barış adına pazarlanan her süreç, bölge halklarının aleyhine işleyen bir projeye dönüşecektir.
Gerçek çözüm, Türkiye’nin birliğini koruyarak, emperyalist müdahalelere karşı bağımsız bir politika izlemesinde yatmaktadır. Emperyalizmin kurduğu masadan, halklara özgürlük gelmez; aksine, yeni bağımlılıklar ve çatışmalar üretir. Bugün tartışılan yeni anayasa ve çözüm süreci, Türkiye’nin egemenliğini ve Cumhuriyet’in temel değerlerini tasfiye etmeye yönelik bir operasyonun parçasıdır. Bu tuzağa düşmemek, ülkenin bağımsızlığına sahip çıkmak her yurttaşın tarihsel sorumluluğudur.
Author Profile
