Evrenin var oluşuna olan katkımız ufak bir maaş zammının yüzdelik enflasyonu karşılayan minnacık bir rakamdan öteye gidemez. Bu durum varoluşun yapısını ve özelliğini hiç bir şekilde değiştirmez.
Fakat onun varlığı bizim çaba, beceri ve yetilerimize bir giysi gibi gelen kostümün, meşruluk kazandıran yanı ile varoluşumuza anlam katan bir hazzın en insani yönünü içermektedir. İşte bu yüzden insan sadece kendisi için ve hayatına özgü ve değerli değildir. İnsan evrensel bir değer olarak tarihe damgasını vuran bir varlıktır. İnsan hem üreten ve hem de yaratandır. Doğa da böyle bir işleve sahiptir. Doğa üreten ve üretilendir aynı zamanda. Mercimek kültürel/ tarımsal bir ürünse, onun çok farklı çeşitlilikte pişirilip sunulabilmesi ise üreten ile üretilenin sürecinde bir insani bir katkının söz konusu olduğunu görmekteyiz.
Tartışmasız ve şüphesiz, insanın kendi becerileri, çabaları, ürettiği her türlü araç ve gereci bir etkileşim ve mübadele değeri içinde inkâr edilemeyecek düzeyde estetik bir kullanım değeri oluşturduğunu bir kez daha güçlü bir manada vurgulamak istiyorum. Bu yaratıcılık özelliğinden dolayıdır ki insan, kendi beyin ve nörolojik enerji kaynağını kullanarak ellerini toplumun hizmetine sunmaktadır. El evrensel/tarihsel bir yetinin ölçütü olarak toplumsal bir araçtır. El yetilerimizin sembolüdür dolaysıyla. Eli’ni iyi ve iyimser kullanan, varlığını ifade etmede sorun yaşayamaz. El hem kural tanıyandır ve hem de el ile beden diline ayarlamalar yapabilen insan, evrensel katkısını özgürleştirmek veya baskıcı faşist bir yapılanmanın hizmetine de sunabilir.
Bu tamamen insanın nöronların yapılanma özelliğine göre değişir. İnsan bu yüzden sanatsal verileri ile evrende üreten bir varlık olarak parlayan bir yıldız ve tek hücreden çok hücreye geçiş yaparken varlığını ustalıkla sürdürebilen tek parlak bir varlıktır.
Günlük hayatın mekânsal alanlarını kendimize göre şekillendiren ve oturulabilir hale getirdiğimiz bu zaman tünelinde sevmek, aşık olmak, aşkımızı korumak ve yenilemek gibi faaliyetlerle uğraşıp artı değerlerimizle çocuk eğitmek ve doğurmak ta istiyoruz. Bu bakımdan insan, uygarlığın gelişimi içinde var olmanın çabası içinde bilinç kazanan ve bu bilinci üretime dönüştürüp tarihsellik oluşturan bir güç olarak evreni kendi çıkar ve ilgi alanlarımıza göre şekillendirmeye çalışmamız bir bakıma yıkıcı güçleri ve dürtüleri kullanmamıza neden olmaktadır. İşte belki bu bağlamda insan, kendini bu durumdan alı koymak için kendisi ile yüzleşmek zorundadır.
Teknolojik gelişimin desteği ile belki sınır ve olanaklarımızı çok net, açık bir şekilde görebiliriz umarım.
İnsan, tartışan bir varlık olarak, uzak görüşlülük- ve hayallerini algılarken, rüyalarını da değerlendirmektedir. Bunları irdeleyip kendi varlığı hakkında ilginç varsayımlar oluşturup insanlar arası etkileşimde pek olumlu veya olumsuz sonuçlara varabilmektedir.
En çarpıcısı ise insan “Ben” yalnızlığında bir boşluğu ifade ederken “Biz” oluşumunda birlikteliği ve iç-içe ligi yaşamaktadır.
Evren ve dünyamız tek başınalığı değil, çok başlılığı ifade eden paylaşımcı bir ruhun tezahüründe var olabilen bir olgudur.
Uzayda hiç bir yıldız tek başına yoktur. Her yıldız bir diğeri ile her vakit ve koşulda bir çekim kuvveti içindedir. İnsan da her vakit, bir çekim kuvveti ve bir diğerinin etkileşimsel alanındadır.
Çekim kuvvetine ve yer çekim kuvvetine merhaba diyelim ve zira insan bunun sayesinde varlık ve var olma çabasında evrene anlam katan kalıcı anılar yaratan tek varlık olduğu için evrenseldir. Adete bir cumhuriyet gibi….
ANCAK;
İnsan sadece canlı bir varlık değildir. O halde o, nedir? O ne olmak ister ve olması gerekir?
İyi bir Amca, dayı ve kardeş mi?
İyi bir hikâyeci mi ya da bir şair mi hatta efsanevi bir kahraman mı? Melek veya tarihten gelen mitolojik masal kahraman mı, yoksa “şeytani” güçlerle bir arada olan bir insan mı olmak ister? Sorular çeşitlendirilebilir de, yine de bu her durum ve olguya göre değişkendir.
İnsan, Varlık olmanın yaratımında sebep olduğu her olay ve olguya muktedir olandır; Gölgesini dahi aşabilir. İnsan bu bağlamda herhangi bir hayvan gibi değildir. Çünkü hayvan sadece bir şey olabilir, canlı ve yaşam dürtüsünde var olmak için belirli bir yetisini kullanır. İnsan dolaysıyla kazanmış olduğu beceri ve yetilerinden ötürü bloke ya da engellenmiş bir varlık değildir, diğer canlılar gibi. Diğer canlılar doğdukları gibi, belirli bir gelişim sonucu hep aynı kalırlar. Oysa insani varlığının insanlaşabilmesi için olması gerekeni yapmada vizyonları olan ve değişen biri olarak, veri üstüne veri ve beceri üstüne beceriler ve yetiler kazanarak hayata şekiller ve yeni anlamlar kazandırır. (Artı- Değerler ve diğer artılar…)
Bana kalırsa insan “olmak “tan çok, olması gerekenin içinde yer almakta olanın içinde gelişen varlıktır. O olmakta olanın içindedir sürekli. Bu bir sürekliliktir. Süreklilik içinde olan insan sürekli bir zaman ve mekân algısı ile yaşar. Tersi olan, süreksizlik ve belirsizlik, insanı varlık olması gerekenin ve onun etik değerinin dışına iter. O hastalanabilir bu yüzden. O merak eden biri olarak umutları ile yaşar ve umutların olmadığı yerde olması gereken Varlık’a ulaşamaz. Daha ilginç olanı ise o, geleceği ele geçirmek isteyen bir varlık olarak gelişmekte olan yeni nesillere şimdiki zamanın varlık bilincini anın zaman ve mekân bilincini kazandıran tek varlıktır.
Hangi canlı bu denli azimli ve süreklilik içinde yaşayabilir?
Bu açıdan insan bu yer kürenin, görünen en somut hali ile efsanevi canlı bir örneğidir. Ancak o bir efsaneden oluşmadı, o efsane, mitler ve törelerle şekillendi diyebiliriz. Bu bir tarihsellik ve öznellik kazandıran mekânsal insanın yerleşkesi olan yerkürenin özelliğinden kaynaklanmaktadır.
Author Profile
Latest entries
- ana manşet28/11/2024Marksist din eleştirisinin dönüşümleri-1
- ana manşet21/11/2024Faşizmin inşaası üzerine geliştirilen eleştirilerin teorik çıkmazları-2
- ana manşet14/11/2024Faşizmin inşaası üzerine geliştirilen eleştirilerin teorik çıkmazları
- ana manşet07/11/2024Tasarım ve hayalleri ile rüyasını yaratan insan