Hemen her beldenin bir “çınaraltı” mevkisi vardır. Çayları başka olur oraların. Yüzlerce yıllık anıtın gölgesidir üstünüzdeki. Derin bir güven, biraz da huzur doldurur içinizi. Gamı, kasaveti unutursunuz. Çınarın üzerinde sıra sıra, kırılmış, budanmış kolların, dalların izleri… Saklamamış, her birini madalya niyetine hazmetmiş, devam etmiştir yoluna. Asırlar geçmiş, nice anıtlar eskimiş, çürümüştür ama dimdik devam etmiştir çınar.
Asırlık çınarlar gibi, hemen her yörede bir devrim çınarı da olur mutlak. Kısa boylu, bazısı çelimsiz, sesi cılızdır bekli de hatta… Tecrübe dağıdır onlar. Çerkez Ethem’in, iki metre boyunda, top gibi gürleyen biri beklerken şaşırdığı Atatürk gibidir çoğu. Her belaya kafa tutabilir, her düşmanı yenebilirsiniz onlarla. Sayısız tecrübeyi yutmuş, her şeyin doğrusunu bellemişlerdir. Yüzündeki çizgilerin bazıları pişmanlık, bazıları hayal kırıklığı, bazıları hesap hatası da olsa, her çizgi tarih dersi gibidir. Gözlerdeki ışık, erdemli duruş, devrimin çınarlarındaki güvendir.
Önerim odur ki, dolaşırken Anadolu’da belde belde, bulursanız yol üstünde bir çınaraltı mekan, soluklanın mutlaka ve o madalya dolu asırların altında, huzurla bir demli çay için mutlak.
Ve önerim odur ki, orada- şurada görürseniz bir devrimin çınarını, zaman yaratın mutlaka ve ne yapıp edip, sıkmadan, zorlamadan o derin çizgilerdeki tecrübeleri, öyküler eşliğinde okuyun usul usul demli çayın eşliğinde.
İşte o tecrübe çınarlarından biriyle geçtiğimiz yaz, Çanakkale’de bir araya geldik. Mehmet Gündüz’dür adı. Sağlık sorunları vardı. Ama en çok, “devrim için fazla yararlı olamıyorum” diye kahrediyordu asıl.
“Yaz” dedim “anılarını, yaz ki bilmeyen bilsin”.
Yazdı. Onun kaleminden aktarıyorum.
MEHMET GÜNDÜZ AĞABEY KENDİSİNİ ANLATIYOR
“Nüfus cüzdanım biraz eskidir, biraz da sağlık sorunları yaşadım. Bazı tarihleri, olayları doğru hatırlayamazsam kusura bakmayın!
3 Eylül 1949 tarihinde Çanakkale Lapseki ilçesine bağlı Dişbudak köyünde yoksul bir ailenin dördüncü çocuğu olarak dünyaya gelmişim. En büyüğümüz ablamdı. İki de ağabeyim vardı.
Bir somun ekmek karşılığında köyün sığırlarını otlatmaya götüren babam, o gün beklenmedik bir yağmura yakalandı ve bu nedenle hastalandı. Doktora götürülememiş, doğru dürüst bakılamamış. Vefat ettiğinde dört yaşındaymışım.
Babamın yokluğundan çok etkilendim. Annem günlerce konuşmadığımı anlattı sonraları.
Abilerim boş bırakmaz, ufak tefek köy işlerine koştururlardı beni. Nedense sevemedim o işleri.
İlkokulun birinci ve ikinci sınıflarını köy okulunda okudum.
O tarihlerde öğretmen okulunda okuyan komşu çocuğunu örnek alarak “bende okumak isterim” diye tutturduğumu hatırlıyorum. Köyde okuyamayacağımı düşünen amcam Biga’daki Çocuk Esirgeme Kurumu’na götürdü. Okula orada devam ettim. Pek sorunum yoktu. Ancak bir olay var ki hala unutamadım. Bir gün bir külah akide şekeri verildi ve bahçede topladılar bizi. Şekerleri verdiği söylenen biri, yüksek bir yerden nasihat veriyordu. İyi insan olmanız lazım diye nasıl iyi insan olunacağına dair uzun nutuklar çekti. Bitince konuşma, bir köşeye saklanmış, küfürler ederek ağlamıştım. Bir külah şekere kandırılmak istenmiştim sanki.
1960’da ilkokulu bitirdim. Çocuk Esirgeme Kurumunda görev yapan ve bana matematik dersini sevdiren yaşlı bir matematik öğretmeni vardı. Hepimiz çok sevmiştik. Beylerbeyindeki Deniz Astsubay Hazırlama Ortaokulu sınavına bizzat o götürmüştü beni. Sonrasındaki mülakat, spor ve sağlık muayeneleri için 11 yaşında bir çocuk olarak İstanbul’a yalnız gelmiştim.
Hepsinde başarılı oldum. Kayıt için çağırdılar. Daha sonra Türkçe öğretmeni olduğunu öğrendiğim bir kadın, “evladım seni kaydedemem, yaşın da boyun da küçük” demez mi?! Başladım ağlamaya, kadında benimle birlikte ağlamaklı oldu. Okul K. Muavinini getirdi durumu ona anlattı. O da, ”benim yapacağım bir şey yok” diyerek gitti ve okul komutanı ile birlikte geldi. Komutan beni yukarıdan aşağı süzdü ve “yazın bu çocuğu, aslan gibi astsubay olur” dedi. Kaydımın yapılması böyle olmuştu.
Okulda ilk iş olarak asker kıyafetleri verildi. Sabah toplandık. Asker elbiseleri ile birlikte ilk defa iskarpin de giymiştim. Bağcıklarını düzgün bağlamamışım. Sınıf astsubayı bağcıklarımı bağladı, “öğren bunları” dedi.
Üç yıl Beylerbeyi Astsubay Hazırlama Ortaokulu, iki yıl Yassıada, bir yıl da Mamak Muhabere Okulunda meslek dersleri okuduktan sonra 30 Ağustos 1966’da Astsubay olarak mezun oldum.
Oldum olmasına da, yaşım küçük diye maaş almak için 13 ay yaşımın dolmasını beklemem gerekiyormuş.
Çaresiz mahkeme kararı ile yaşımı büyütüp 3 Eylül 1947 doğumlu oldum.
Mezuniyet sonrası konuşma sorunumu ve bilgi açlığımı gidermek amacıyla çok okumaya yöneldim. En çok dünya ve Türk edebiyatı klasikleri… Giderek Türkiye sorunları ve Köy Enstitüsü kökenli yazarların kitapları ilgi alanım oldu.
Bugün hayatta olmayan bir arkadaşımla Adapazarı’nda bir Çerkez köyüne gittik. Kültürleri epeyce etkiledi. Bu gezi Gönül ile tanıştım. 1969’da evlendik. Gökhan ve Mertcan isimli çocuklarımız oldu. Mutluyduk ama 1989 yılında boşandık.
Mezuniyet sonrası Ordunun dil kursuna gönderildim, ardından da Bayrak Garnizonu’nda göreve başladım.
68’li, 70’li yıllardı. Toplumun ve ülkenin sorunları daha çok ilgimi çekiyordu. Sosyalizm, emperyalizm, kapitalizm… Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi’nin sonra kitap olarak da basılan mahkeme “Savunma”sında (TİİKP Savunma) imzası olduğunu sonradan öğrendiğim ve aynı garnizona atanan Muharrem Özabat ile tanıştım. TİİKP’nin kadrolarının kurduğu Türkiye İşçi Köylü Partisi (TİKP) ve Genel Başkanı Doğu Perinçek’i uzaktan takip etmeye yöneldim.
1975 yılında Türkiye’nin birçok şehrinde yapılan Astsubay eşleri yürüyüşlerine, Ankara’da ben de arkadaşlarımla katılmıştım. Kimimiz ceza aldık, kimimiz ordudan uzaklaştırıldık.
1980 yılı ve 12 Eylül darbesi… Bütün siyasi partiler kapatıldı.
Amerikan emperyalizmi, darbe öncesinde sağ sol çatışmalarını kışkırtmış, ülkeyi kan gölüne çevirmişti.
Yanlış hatırlamıyorsam, 1978 yılı Ekim ayı idi. bir arkadaşıma kız görmek için İstanbul’a gittik. Dönüşte EGO önünde işçiler tarafından durdurulduk. İki ayrı gurup arasına alındık. İşçiler bize çeşitli hakaret ve küfürler ederek çantalarımızı alıp içlerini karıştırdılar. Benim Aydınlık gazetesi çıktı. Biri arkadaşlarına bağırdı. “Tanıyorum bunları, bırakın” dedi. Sonrada o gece 7 TİP’li gencin öldürüldüğünü öğrendik. Aydınlık gazetesine binlerce kez teşekkür etmiştik o zaman.
Bayrak Garnizonunda görev yaptığım süre içinde, kapatılana kadar Parti ile sürekli ilgilendim.
1987 yılında isteğimle İzmir’e Güney Deniz Saha Komutanlığı’na atandım. Burada yaklaşık 2 yıl görev yaptıktan sonra 1990 Mart ayında emekli oldum.
Emekli olduktan sonra bir süre Matbaa’da çalıştım. İzmir’de örgütlenme çalışması yürüten İşçi Partisi ile irtibata geçtim, üye oldum. İlk Kurultayda il yönetimine aday gösterildim. Yedekler arasında Yönetim kurulunda görev aldım.
Doğu bölgelerinde örgütlenme çalışmaları vardı. Doğulu arkadaşlar bölgelerine gideceklerdi. İl Saymanı görevini bana devrederek yöreye gitti. Uzun zamandır partiye ilgi duyuyor olsam da, ilk görevimdi ve İzmir’deki partilileri tanımıyordum. Benim için zor bir görevdi bu. 2 ay sonra görev başka birine verildi. Çeşitli alanlarda görev yapıyor tecrübe kazanıyordum. Tatilde kampta bile görev yaptım, mutfak deneyimim gelişti.
Sonraki sezonlarda da aranan kişi idim. İl Yönetimi kampta görevlendirdi. İki sezon görev yaptım.
Yaz geldiğinde İl yönetimi tarafından Hasır kampta görevlendirildim. Hasır kamp görevi 2 tatil sezonu devam etti.
Ardından başka bir yerde tatil kampı açılması planlandığında, mutfak sorumlusu olarak düşünülen ben oldum. Yaz dönemleri bu yeni kampın mutfağı benden soruluyordu artık.
1997 yılında da Genel Başkan tarafından Konya Beyşehir’de bir restoranı çalıştırma görevi verildi. Antalya yolu üzerindeki restoran, yolun Seydişehir’e kaydırılması nedeniyle verimli bir çalışma yürütülemedi.
Sonra ilçe kongresinde Çiğli İlçe başkanı seçildim. İlçe başkanlığım sırasında Genel Başkan Yardımcımız Mehmet Bedri Gültekin’in konuşmacı olduğu bir konferans düzenledik. Yaklaşık 450 kişi katıldı. Çok başarılıydı. Genel Başkan Yardımcımız tarafından tebrik edildik.
Ailenin ısrarı ile 2000 yılında Çanakkale’ye taşındım. Köyde abilerimin yardımı ile küçük bir ev yaptım.
2002 Genel seçimlerinde Çanakkale İl Başkanlığının isteği ile seçimlerde görev aldım. Ben oldukça yararlı olduğumu düşünüyorum.
2004 yılında köydeki evi sattım. Lapseki ilçesinde üyeleri arasında arkadaşlarımın da bulunduğu bir inşaat kooperatifine üye oldum.
İlk kurultayda kooperatifin yönetim kuruluna seçildim. Geçmişten kalan birçok sorunu hallederek 2006 yılında evlerin tapularını aldık ve ev sahiplerine tapularını dağıttık.
Kooperatif çalışmaları sırasında TEMAD (Türkiye Emekli Astsubaylar Derneği) Lapseki şubesine üye olmuştum. 2008 yılında yapılan derneğin kurultayında Dernek Başkanlığına seçildim.
Bu görevim sırasında 2009 yılı Haziran ayında beyin kanaması geçirdim. İstanbul GATA Askeri hastanesinde tedavi oldum. Tedavime devam edebilmek için Çanakkale’ye taşındım.
Kendimi iyi hissetmeye başladıktan sonra İl Başkanlığında görev yapmaya başladım.
2010 ile 2016 yılları arasında Çanakkale İl yönetimi içinde aralıksız olarak il saymanı olarak görev yaptım.
2016 yılında Parkinson hastalığım nedeni ile parti görevlerini bırakmak zorunda kaldım.
Ancak bunca zaman üyesi olduğum, çeşitli kademelerde severek görev yaptığım partimin son yıllarda sosyalist ilkelerden hızla uzaklaştığını gördüğüm için 2022 yılında Vatan Partisi’nden istifa ettim.
Aynı yıl Sosyalist Cumhuriyet Partisine üye oldum. Şu anda da bu partinin Çanakkale İl Yönetim Kurulunda görev yapıyorum.”
*
Mehmet Gündüz ağabeyin anlattıkları işte böyle…
Bu çınarın yaşamından görünenleri şöyle özetleyebiliriz sanırım;
Babasız büyümüş bir çocukluğu
Ailesinden uzak yatılı öğrenciliği
Yaşı ve boyu yetmediği halde azmi ile askeri okulu kazanmasını
Askerlik görevinde iken ülke sorunları ile ilgilenen devrimcileşmeyi
Emeklilik sonrası koşarak partiye üye olmasını
Aileden ve eğitimden aldığı olgunlukla, Parti üyesi iken görev seçmeyen yüceliğini
Halk için yararlı olmak arzusuyla, bilmediği işlerde bile kısa zamanda büyük mesafeler alan öğrenme azmini
Parti Başkanlığı, kooperatif başkanlığı, mutfak yöneticiliği ve Emekli Astsubay Derneği Başkanlığı gibi hayatın çok farklı alanlarında lider olma potansiyeli geliştirmesini
Yaşamının neredeyse tamamında ekonomik ve sosyal sorunlarla da boğuşmasına rağmen, çevresine zerresini hissettirmeyen sorumluluk duygusunu
Örgütlü olmayı, partili olmayı yaşamının zirvesine yerleştiren, sağlık sorunlarının ağırlaştığı zamanlarda bile önerilen hiçbir görev için mazeret yaratmayan büyük devrimciyi görüyoruz.
Mehmet Gündüz ağabey, Yunus’un “hamdım, piştim, yandım” sözünde anlattığıdır.
Sağlıklı ömürler diliyoruz kendisine.
Author Profile
Latest entries
- ana manşet25/09/2024Yasalara göre işçinin sendikal hakları
- ana manşet23/09/2024İntihal ya da aşırma…
- ana manşet19/09/2024İşverenler için artık bütün sendikalar kırmızı
- ana manşet17/09/2024Polonez saldırısı