Haberleşmenin, haberin, gazeteciliğin, bugün söylendiği biçimi ile medyanın kökeni, yazının icadına kadar götürülebilir.
Tarihin her döneminde medya, güce ulaşma, ya da gücü ekinde tutma aracı olmuştur.
El yazmalarından matbaaya geçiş, hem güç savaşına yeni bir boyut kazandırmış, hem de savaşı daha da yaymıştır. Okuryazar sayısının artması, güç kontrolünde medyanın rolünü daha da büyüttü.
Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı başlatmak için de, Cumhuriyeti ve Cumhuriyet devrimlerini gerçekleştirebilmek için de ilk ihtiyaç duyduğu kuvvetin gazete olması boşuna değildir. Hakimiyet-İ Milliye, savaş arabasıdır, halkı örgütleyen karargahtır, toplumu aydınlatan, yürünecek yolu gösteren meşaledir.
Ancak çürüyen her sistemde olduğu gibi, 1945’lerde başlayan çürüme, medyada, gazete ve dergilerde de etkisini gösterdi.
Bütün toplumsal alanları etkileyen 12 Eylül darbesi ve piyasa ekonomisinin yarattığı çürüme ise, 1990’lardan sonra basın dünyasını da içine çekmiş, giderek egemen olmasına varmıştır.
BÜYÜK DÖNÜŞÜM
1990’larda medyanın hem gücünde, hem yapısında köklü ve büyük değişmeler oldu.
Bu dönemde medya hem büyüyerek tekelleşmiş, hem de sermayenin ve iktidarların çatışma alanına dönüşmüştür.
Bu dönem, hem halkın haber alma özgürlüğünün kontrolüdür, hem de bireysel bilginin ve bilincin yönlendirilmesi olanağıdır.
Bu dönem, toplumun tarihsel kültürünün yeniden şekillenmesidir, toplumsal yaşamın her öğretisinin, her davranışının yeniden şekillenmesidir.
Bu dönemde medyanın ulaştığı güç, partileri iktidar yapandır, iktidarların devamını sağlayandır.
Bu sebeplerle bu devasa güç, geçtiğimiz 40 yılda büyük değişiklikler yaşadı, büyük olanaklara kavuştu, tehlikeli ellerde dolaştı.
Yasama, yürütme ve yargı, toplumu şekillendiren, kuralları koyan ana kuvvetler olarak bilinir. Bunların yanına medyayı da eklemek lazımdır. Bugün medya, ulaştığı özgül ağırlık ile diğer üç kuvvetin üzerinde de etkili olabilmektedir.
Bu sebepledir ki medya, son 30 yılda sadece iktidara gelmek isteyenin değil, iktidarda kalmak isteyenin de dikkatinde oldu.
Bugün karşılaştığımız garip durumları anlamak için, medyanın son 40 yıldaki evrimine göz atmak gerek.
Bugün ve sonraki iki yazıda, tekelleşme serüvenini hala sürdüren, yeni olanaklarla etki alanını daha da artıran medyanın, 1990’ların sonrasındaki evrimini incelemeye çalışıyorum.
a-) Bugün 1990’larda başlayan çok yönlü değişimi ele alıyoruz.
b-) Sonraki yazıda tekelleşme evresinin “AKP’nin Medya İmparatorluğu”na dönüşmesini ele alacağız.
c-) Üçüncü bölümde ise “AKP’nin Medya İmparatorluğu İle Sosyal Medyanın Savaşı”nı konu ediniyoruz.
1990’LAR
1-) 1990’lara kadar gazete sahipleri, esas olarak bir ya da iki gazetesi olan gazeteci işverenlerdi. 90’larda üçüncü ve dördüncü gazeteyi, dergiyi eklediler. Medya grupları oluşuyordu. Gruplar kendi matbaalarını, kendi dağıtım şirketlerini kurmaya yöneldiler. Dağıtım şirketi ve matbaa üstünlüktü, rekabette güç sağlıyordu.
İktidarla çatışmamaya özen gösteriyor, kritik zamanlarda kalemlerini onun için oynatıyordu çoğu. Böyle davrandıkça da mali sıkıntıları olmuyor, büyümek istediklerinde işleri kolaylaşıyordu.
Esas olarak gazete ve dergilerden oluşan medya, her şeye rağmen 90’lara kadar hala gazeteciliği meslek edinenlerin elindeydi. Erol ve Sedat Simaviler, Karacanlar, Nadir Nadiler…
2-) 90’lar, tek işi gazetecilik olan medya sahiplerinin, yerlerini sanayi ve ticaret dünyasının holding patronlarına bıraktıkları yıllar oldu.
Piyasa ekonomisinin vahşi rekabeti sektörü sarsıyordu. Ama asıl darbe, SEKA’ların satılması ve kapatılması ile oldu. Sektör artık ithalata mahkûmdu ve ithalat dövizle yapılıyordu.
Özalların özelleştirme ve serbest piyasa programı, bu programın savunucusu olan medyayı vuruyordu. Devlet koruması da yoktu artık. Her şey gazetecilik yapan gazetecilerin aleyhineydi. Medya krizden krize yuvarlanıyordu. Büyük gazeteler, büyük basın grupları, birer birer el değiştirdi.
Basın dünyası – birkaç istisna dışında – artık halkın gerçeği öğrenme, haber alma kaynağı değil, holdinglerin ihale kapma aracına dönüşmüştü.
3-) 90’ların üçüncü önemli farkı, gazete ve dergilerin yanına televizyon ve radyoların da eklenmeye başlamasıdır.
Cem Uzan’ın, babadan torpilli Ahmet Özal ile birlikte 1989’da Almanya üzerinden uydu aracılığı yayın yaptığı Star 1 televizyonu, henüz devlet tekelinde olan televizyon dünyasına korsanca giriş yapan ilk televizyondu. 1994 yılında özel televizyon ve radyolara yayın izini verildi ve büyük gazetelerin sahipleri, peş peşe televizyon ve radyo dünyasına da girdiler.
Özel televizyon ve radyoların da eklenmesi ile medyanın gücü devasa boyutlara ulaştı. Her eve gazete girmiyordu ama her eve televizyon giriyor, her bireye ulaşabiliyordu artık.
Holdinglerin ihale pazarlığındaki güçleri büyümüş, reklam ve pazarlama olanakları sınırların ötesine taşmıştı.
4-) 90’ların dördüncü önemli değişikliği, medya sektöründe tekelleşmenin hızlanmasıdır.
Gazete ve televizyonların gücünü gördükçe holding sahipleri, “daha çok, daha çok medya” hırsına kapıldılar. Peş peşe yeni televizyon ve gazeteler piyasaya sürüldü ve mevcutları ele geçirme savaşı kızıştı.
Aynı yayın grubundaki televizyon ve gazeteler, ortak haber havuzu oluşturdular.
Bazılarının güçlenen gazete dağıtım ağları vardı. Diğer grupların dağıtımı da onlardan geçiyordu.
Bazıları haber ajansı kurdular. Bütün medya kendilerinin ürettiklerini yazacak, duyuracaktı artık.
Bütün bunlara holdingin olanakları ve kamu ihaleleri de eklenince, medya grubu devasa bir medya tekeline dönüşüyordu. Bu yeni devasa güç, hem toplumu yönlendirecek, hem de iktidar belirleyebilecek güçteydi artık.
5-) 90’lar, önceki yıllarda semirtilen dinci kuvvetlerin heveslerini de büyüttü. Partilerde milletvekili bulundurmak, kimi bakanlıklarda mevziler kazanmak, başa güreşen partilerin desteklerine ihtiyaç duyması, artan heveslerini iştaha dönüştürdü. Medyanın gücünden de yararlanmalıydılar.
Türk Hava Kurumu ve Kızılay’da bulunan kurban derisi ve bağış toplama imtiyazı 90’larda gevşetilince tarikat bağlantılı dernek ve vakıflar ilçelere kadar uzanan geniş ağları ile para imparatorluğuna kavuşmuşlardı.
90’lar, böylece serpilen dinci örgütlerin, medya dünyasına, gazete, radyo ve televizyon dünyasına da hamle yaptıkları dönemdir.
6-) 2000’li yıllara kadar iktidarlar için medya, esas olarak “kullanılacak araç”tır. Demokrat Parti’nin “Vatan Cephesi” gibi oldukça sınırlı dönemler dışında, Milliyetçi Cephe Hükümetleri döneminde bile medyanın ele geçirilmek istendiği söylenemez.
Ta ki 2000’li yıllara kadar medya, iktidarlara yakın olmayı, büyümenin fırsatı olarak değerlendirmiş, iktidarın ya da iktidar adayı partinin gönüllü propagandacısı olmayı seçmiştir.
1990’lardan sonra medyanın sermaye gruplarının eline geçmesi, holding medyası ile iktidarların çıkarlarının buluştuğu yeni dönemi başlattı. Bu yakınlaşma, 2000’lerde yeni bir sürecin kapılarını açtı.
7-) 1990’larda gazetecilik mesleği yapan gazete patronlarının sanayi ve ticaret burjuvazisi tarafından yutulması, 2000’lerde yeni bir evreye ulaştı. İktidardaki emperyalist programın uygulayıcıları, medyanın desteği ile yetinmeyerek bütünüyle yutacak, medyayı esir edecek adımlar attılar.
Bu yeni durum, AKP’nin 22 yıl boyunca iktidarda kalabilmesinin sırrıdır. Bu dönemi sonraki yazıda birlikte göreceğiz.
😎 1990’larda internet döneminin başlamasıyla, holding medyasının ve iktidar medyasının, gazete, radyo ve televizyon gücüne, internet siteleri ve diğer sosyal medya platformları da eklendi.
Ancak bu yeni medya türü, iktidarın ve holdinglerin kontrol alanı dışında bir alan da açıyordu. Muhalif kitlelerin, kitle örgütlerinin ve aydınların kendilerini ifade edebilecekleri kontrol dışı bir özgürlük alanıydı bu. İktidar ve iktidar medyası ile rekabette çarpıcı sonuçları da doğuran bu yeni olguyu, üçüncü yazıda ele alacağız.
Devam edecek
Author Profile
Latest entries
- ana manşet25/09/2024Yasalara göre işçinin sendikal hakları
- ana manşet23/09/2024İntihal ya da aşırma…
- ana manşet19/09/2024İşverenler için artık bütün sendikalar kırmızı
- ana manşet17/09/2024Polonez saldırısı