Din ele alınabilir bir diskurs olabilir mi? Din üzerinde düşünmek mümkün mü? Din ile yaşam arasında ki temel özellikler kıyaslanamaz olduğunu ileri sürebilir miyiz? Dinden söz etmek ve tartışmak veya konuşmak nasıl olası bir durum olarak kabul edilir? Korkusuzca din tartışması yapılabilir mi?
Hegel felsefesine göre dinin anlam oluşumunda edindiği rol ve esası ile ilgili olarak, insandan topluma uzanan farklı etkileşimleri beraberinde getirir. O halde din nesnel olan bir olgu olarak, insan tininde nesnelleşmiş objektif ve sübjektif birliğin bir esasıdır. Hegel, bu sorgulamada tinin fenomenoloji meselesine girerek; insan bu birliğin içinde kalan bir canlı mı – din maddeleşmiş bir şey mi veya soyutlanmış dünyanın ötesinde kalan bir başka alem mi? Toplumdaki karşılığı ile insanda ki karşılığı aynı mı? Aynı değildir ancak her insan, toplumun ortak kaideleri içinde yer alır, ancak o kaideler ahlaki olmayabilir, fakat dinsel olabilir. Sorunsal çelişki de bu temel de ortaya çıkıyor;
İnsan kendini toplumdan ayrı görür, bazen o tektir ve bazen yalnızdır. Toplum farklı sınıflardan oluşan insanların tümünü kapsar. O halde her insan bulunduğu sınıfın özelliklerine göre farklı davranış ve fikirlere sahip olduğu için, toplum nesnelleştirilmiş dine yönelik fikirleri ve inançları farklı olacaktır. İnsan ve toplum homojen değildir ve insan dinsiz olabilir, ancak bunun tüm toplum için geçerlilik ifade edebilmesi ise ontolojik olarak olası değildir.
En azından Feuerbach’a göre meseleyi ele alırsak “din salt ve sadece nesnelleştirilmiş olandan/bilinçten başka bir şey değildir ve o teolojik olarak yanlış anlaşılmış antropolojinin bir sonucudur”.
Marks’ın bu bağlamda araladığı pek önemli bir vurgusu söz konusu: Feuerbach’tan farklı olarak Marks, dinsel fikirlerin tarihsel anlatımlarında ortaya konulanın işlevselliğinde bireyi değil varlığını dinden ötürü tanımlayan topluma bırakır. Hegel’in objektif tini /Geist bir dönüşüm içinde hareket ettiğini gösterir dolaysıyla. Oysa sol Hegelciler dinin mitolojiden arındırılmasından yana düşünmüş ve hareket etmiş olmaları, Hegel için karşıtlık oluşturmamıştır. Hegel’in dinin, mutlak bilgi ediniminden ayrılarak, hakikatın dini olarak, yeni bir form ve çerçeve elde etmesi gerektiğini ileri sürmüştür daha çok.
Feuerbach din eleştirisinin Marksçı eleştirinin bir temelidir bir bakıma. Ancak Marks bu eleştiri tarzını aşarak, insanın elde ettiği din bilinci, onun geştaltında (biçim ve tarzında) oluşan yabancılaşmanın sonucunda bir öz bilince dönüşmüş olması, insani ontolojinin en doğal, ama en çok sorgulanana bir alana yol açmış olduğunu da gözlemlemekteyiz.
Dindışı eleştirisi olarak “İnsan dini yapar ve din insanı yapmaz” Marks’ın Feuerbach buluştuğu en temel tez de bu sözdür. Ancak insan için din bir öz-bilinç / kendilik bilinci ile kendilik duygusu nu elde etmek için dini kazanır ama bazen de kaybeder. Dolaysıyla insan soyut bir şey değildir. İnsan dünyası budur, bu devlet ve toplum dini üretti, o bu insanı yanlış alemin/dünyanın bir sonucu olarak yanlış bir kendilik bilincine neden oldu.
Marksist din eleştirisi toplum ve devletin öznel halleri ve içkinliğinde var olan temel yanlışlarından ötürü insani olmayan özelliklerinden ötürü insanın yanlış bir bilince ulaşması ve orda var olmasını beraberinde getirirken, salt din eleştirisinden sosyal ve politik alandaki koşulların eleştirisini önceleyerek ilerlediğini görmekteyiz. Dinsel kendilik bilincinin oluşumun sağlayan osyo politik koşulların değişimi ise zorunlu ve tarihsel materyalizmin en temel sorumluluk alanına girer.
O halde “din halkın afyonudur” derken, din vicdansız dünyanın vicdanı kalpsiz dünyanın kalbi olarak kötü dünyaya karşı yükselen bir haykırış olara, insanın sesine ses olan bir alan açmaktadır. İşte afyonlanmış/uyuşmuş olan insanın acılarını az çok dindiren ve tek elde kalmış dinin içinde ki insanın son haykırışları g erçek fukaralığa olan tepkileridir. Baş aşağı giden bir dünyanın insanı din ile uyuşmuş, acıları dindirilmiş olarak, geleceğin hayallerini kuramaz. Ütopyası yoktur. Zihinsel ve biyolojik fakirlik devlet ve toplumun baş aşağı gitmesini kolaylaştırır. Devlet, vizyonsuz toplum ile ilerleyemez ve devlet bir dağılma sürecine girerken, oluşturduğu insan ve toplum da çürümeye başlar. İşten uyuşmuş ve harekete geçemeyen insan ve toplum din bilinci ile bilincine musallat olmuş dinden de ayrı duramayacağı için çürüme daha derinlerde yer alır.
Marks için politik burjuva devrimleri ile din meselesi ve din bilinci sorunu çözülebilmiş değildir: Zira Marks, Feuerbach’ın tersine, sübjektif realiteyi pratik ve gerçekçi eylemin bağıntısında devrimci ve tarihsel pratiği görüyordu. Dinin kendi dünyevi temelini ortadan kaldırmasını beklemek, beyhude, parçalanmış bilincin ve çelişkisinin bir ürünü olarak tarif edilse de, Marks, insanın insan üzerindeki egemenliği ve insanın insan tarafından sömürülmesine son verecek olan üreten güç ve sınıf olan proletaryanın devrimci rolü ile insani olmayan sosyal koşullar ortadan kalkar ve din istismarı ve dinin kullanılabilme olasılığı da hukuken imkânsız olacaktır.
Din bilincinin nüfuz ettiği kamusal alanların yeniden dünyevi özelliklere göre yapılandırılması ve eğitimin laik bilimsel içerikte tesis edilmesi halinde, dinsel yabancılaşma meselesi de niteliksel olarak söz konusu olamayacaktır. Din kendi halinde kalacaktır ve istismar edilemeyecektir. Din kendi özgüllüğünde kalıp özgür olacaktır.
Kısacası dine müdahaleler yapılmayacaktır. Laik devlet ve demokratik ekonomik hakların böylece sağlana bilmesi için, üretim araçların ve güçlerin demokratik zeminde yeniden dayanışma içinde bir arada bulunabilmesine olanak sağlayan, üreten devrimci sınıfların tarihsel rolü ile olası olacaktır. Buna biz sosyalist devlet ve toplum inşaası sürecinde olan devlet ve toplumu kast ediyoruz. Bir nevi Kemalist devrimin devamı ve tamamlama sürecinin bir diğer izahıdır devrim ve devrimlerin süreci, ülkemizde ve dünyada.
Author Profile
