İnönü dönemi CHP’sinin iki ünlü siyasetçisi: İlyas Seçkin ve Nermin Neftçi.
“Kurt Yumağı”nı Seçkin, Neftçi’ye anlatmış.
Karlı günlerde Ayaş belinden geçen yolcuların karşısına aç kurtlar çıkarmış. Bu kurtların önüne köylüler, keçi kılından bükülmüş yumak atarlarmış, kurt yumağa dokundukça yumak yuvarlanır, o da ardına düşüp gidermiş. Kültür Bakanlığı da yapmış olan Neftçi siyasetteki birçok olay ve olguyu bu “Kurt Yumağı”na benzetir anılarında
Elbette öyledir, katılmamak olanak dışı?
Ne var ki Türkiye’nin önünde bir de Kürt Yumağı var. En başta da Kürtlerin önünde. Atan da emperyalizm. Ülkenin insanları ve maddi kaynakları bu Kürt yumağı yüzünden heba olup gidiyor. Kimisi “yumak yoktur, sanaldır”, kimileri de “yumak vardır, bu yumağı yok etmemiz gerekir” diyorlar. Kırk yıldır bu tartışmalar sürüyor, yumak yuvarlanmaya devam ediyor.
Ve şimdi bir de HTŞ çıkardılar Suriye’nin ve bizim başımıza. Geldi şeriatçı HTŞ ve ne yapacağını kimse bilmiyor, başındakinin başından sarığı çıkarttırıp ceket giydirince evcilleşeceği sanılıyor.
Bu HTŞ bana Bayburt’ta anlatılan o haşıl fıkrasını çağrıştırıyor.
Üç din hocası Bayburt’ta oturmuşlar sütlü haşıl yiyecekler… Yiyecekler ama üçü de istiyor ki haşılın en yağlı ve sütlü yerini kendileri yesinler. Ve işin içine ayet karıştırarak bu dileklerini yapmak istemişler.
Hocanın biri bakmış ki haşılın yağlı ve sütlü yeri karşı tarafta. “Vessemâi vet târigi, bele de çekerler harigi” deyip, bir ark açıp kendi tarafına akıtmış yağı ve sütü.
Öbür hoca altta kalır mı, çevirip haşıl kabının yağlı yerini kendi tarafına: “İzessemaun hurucu, bele de gelsin bir ucu” demiş.
Üçüncü bakmış ki iş kötüye gidiyor, kaşığı ile haşılı karıştırıp, o da şöyle demiş: “İzessemaun şakkat, hepsini birbirine kat!”
Suriye’nin hepsinin birbirine katmak gerek elbette, karışsınlar, barışsınlar, ulus olmaya çalışsınlar, bireyleri yurttaş olma bilincine erişsinler.
Olsa keşke… Ne olacak, göreceğiz…
Böyle diyoruz ya hâlâ bu ülkede başka telden çalanlar var. Alın size bir şiirden çarpıcı dizeler[1] ve bizim yorumlarımız:
“Halep’iyle, Humus’uyla, Şam’ıyla/Türklük Müslümanlık kokar Suriye…/Mümbit toprağıyla, çorak kumuyla/Yirmi milyon cana bakar Suriye…”
Müslümanlık koktuğu doğru da Türklük kokusu nerede, esans şişesinde mi?
Devam edelim:
“Kucakladın Vahidettin Hanları/Kerbela’da şehit düşen canları/Görünen odur ki bu insanları/Toprağın kendine çeker Suriye…”
Bu Osmanlıcı, dinbaz takımı, Osmanlı’nın atası Süleyman Şah’ın Suriye’deki türbesini değil, İngilizlere sırtını dayayıp Kurtuluş Savaşının başarısız olması için her namussuzluğu deneyen, Atatürk’ün büyük zaferini görünce tacını tahtını bırakıp, karılarını İngilizlere emanet ederek bir İngiliz zırhlısıyla ülkemizden kaçan son Osmanlı Padişahı hain Vahdettin’i ve onun Şam’daki mezarını kutsarlar.
“Çıkar Selahaddin gibi yiğitler/Tekrar doğar O Halid bin Velidler./Manevi güç verir Abdülhamitler/Mukaddes sefere çıkar Suriye…”
Gördünüz mü, Abdülhamit manevi güç veriyormuş, mukaddes sefere çıkıyorlarmış. Kafaya bakınız kafaya! İşte bu kafa Suriye’yi kan ve gözyaşına, ayrılıklara boğdu, göç göç etti.
Ve son bir dörtlük, en çapıcısı:
“Yıllara ayları, günleri ekler/Emevi camisi Mesih’i bekler/Hakkı görsün diye yer ile gökler/İşaret fişeği yakar Suriye…”
Emevî Camisi’ne HTŞ lideri ile bizim MİT Başkanı otomobile binip göstere göstere gittiler, namaz kıldılar. Hangisi Mesih bilemem. İşaret fişeği yandı mı, onu da bilemem. Yanmadıysa, Mesih, Ahmet Davudoğlu’dur, onu çağırın.
[1] Osman Bulut diye birisi yazmış bu şiiri.
Author Profile
