Avrupa Futbol Turnuvası’nda Türkiye ile Avusturya milli takımları arasında oynanan maçta, milli futbolcumuz Merih Demiral, iki eliyle kurt başı simgesi yaparak sevincini gösterdi. Esasında hafifçe gülümsenecek çocuksu bir gösteriden ibaretti.
Ancak eşine az rastlanır bir propagandaya dönüşmesi, çeşitli kişi ve grupların şaşırtıcı tepkileri, aşırı anlamlar yüklenmesi, toplumda başka bir dalgalanma yaratıldığını gösteriyordu.
Bu yeni durumu anlamak, üzerinde düşünmek ve tartışmak kaçınılmaz oldu. Çok sayıda gazeteci, köşe yazarı, siyaset adamı da böyle düşünmüş olmalı ki, yazdılar, söylediler.
Günler boyu tartışıldı. Oysa ilk defa kurt işareti yapılmıyordu ki. Nedir bunun farkı?
KURT İŞARETİ
Parmakları kurt başına benzetmek, eli ya da elleri böyle yaparak kitleleri selamlamak, uluyan kurt resimlerini örgüt simgesi yapmak, bakışları kurt bakışına özendirmek, hatta geçtiğimiz yıllarda tanık olunduğu gibi gruplar halinde sokaklarda kurt gibi ulumak, özetle kurtçuluk diye tanımlanan eğilim, çağımızın toplumsal, ekonomik, siyasal ve kültürel hangi sorununa çözüm getirmiştir? Gelecekte de bu yaklaşımın derman olabileceği herhangi bir sorun gösterilebilir mi?
Futbolcu Merih Demiral, iki eliyle kurt başı simgesi yaparak emperyalizme meydan mı okudu?
Kurt başı simgesi, hangi milli sorunda emperyalizme karşı direnişin sembolü oldu?
Kurt başı simgesini benimseyenler, emperyalizme karşı mücadelenin bayraktarlığını mı yapmaktadırlar?
Bu ve benzeri sorular ilk akla gelenler…
Gıdaları ilkçağ Orta Asya’sının mitolojik öykülerinden, masallarından ibaret olan, “kargadan başka kuş tanımam” misali başkaca bir düzlemle ilgilenmeyen, toplumu bu gıdalarla yönetmeye çalışan partilerin futbolcu gösterisini sahiplenmeleri, şevkle sarılmaları anlaşılabilir durumdur. Onlar için propagandadır bu.
Garip olan, dünyaya Atatürkçü gözle bakan, olayları solun, hatta sosyalizmin değerleriyle ele alan kimi kişi ve örgütlerin de heyecanla sahip çıkmaları idi. Kurtçuluğu siyasi çizgi olarak benimseyenlerden bile daha fazla iştahla hem de. “Kurt işareti emperyalizme karşı olmayı simgeliyor” dendi. “Demiral, Avrupa’nın göbeğinde emperyalizme meydan okudu” dendi. “Kurt, Ergenekon’da sıkışan Türkleri kurtaran yüce yaratıktır” dendi. Cumhuriyeti kuranlar da, Atatürk de kurtçu” dendi.
Ve daha neler neler… Meğer bozkurt işaretinde ne büyük milli kerametler varmış!
Velhasıl solcular- Atatürkçüler, bir gecede kurtçu olmuştu.
Öyle ki, “bunların doğru olmadığını” söyleyenler hakarete uğradılar. Hem de ne hakaretler.
(Değerli dostlar, birkaç gün önce bu konuda yazmak istediğimi sosyal medyadaki sayfamda, yazı başlığı ile duyurdum. Sadece başlığın duyurusu bile, hakaretler almama sebep oldu. Öyle hakaretler ki, buraya aktarmaya bile utanıyorum. Ama asıl can acıtan yanı, bu hakaretleri sıralayanların 46 yıllık mücadele arkadaşlarım olmasıydı. Demek ki bozkurt işaretinde keramet olmadığını ima etmek bile, 46 yıllık arkadaşlığı çöpe atmaya, üzerine bir de ağır hakaret etmeye yeterliymiş.
Durum bu kadar vahimse, düşünmek, yazmak, tartışmak şart oldu. Elbette seviyesizleşmeden, elbette edebinle, elbette hakaret-küfür etmeden…
Hakaret parantezini kapatarak konumuza devam edelim.)
Bozkurt masallarının erdemine, kurt işaretinin milli mücadelenin dayanağı olduğuna ikna edilmeye çalışıldılar.
Bir gecede nasıl bir illüzyon yaşandı?
Bir gün öncesinde 2 Temmuz’un şehitlerine ağıtlar yakan, feryat figan edenler, bir gecede nasıl oldu da 2 Temmuzun faillerini kınamayan, hatta hoşgörü gösteren ideolojinin yanında oldular?
Sanıyorum ki bu durum, yakın dönemin önemli tartışmalarından biri olacaktır.
İLKÇAĞ MİTOLOJİSİNDE HAVVANLAR
Adem ile Havva’nın çamurdan yaratıldığı, hayvanların ve bitkilerin insanoğlu için yaratıldığı gibi bir masala dayanmıyorsanız, arkeoloji de mitoloji de öğreticidir.
Avcı toplayıcı dönemde insanın atası, beslenme savaşları içinde zayıflıkları ve korkularıyla milyonlarca kez yüzleşti. Güçlü olanı efendi sandı, yaratıcısı sandı. Bunlar kimi yerde yanardağdı, hatta aşamadığı dağdı, ağaçlar, ormanlardı, mağaralar, akarsular, göllerdi, ay, güneş, yıldızlardı. İlkel insan güce, korkuya boyun eğiyor, ona kutsallık veriyor, hatta tanrılaştırıyordu.
Orta Asya Türkleri için de böyleydi. Tanrı dağı (Tengri Dağ) dağdı. Gök tanrı (Kök Tengri) gökyüzü idi. Yer tanrı vardı, göl tanrı (Tengri Göl) vardı. Gökler baba, toprak ana idi Orta Asya Türk’ü için.
Hayvanlar ve hayvanların birçok türü de tanrı idi.
Kartal’ın birçok kültürde tanrı sayıldığını görüyoruz.
Örneğin Yakut Türkleri için kartal tanrıdır. Şamanizmde kartal kutsaldır.
Mısır ve İran geleneklerinde kartal güneş tanrısıdır.
Eski Yunan tanrısı Zeus’un kuşu kartaldır. Apollon’un kuşu atmaca, Athena’nın kuşu baykuştur.
Roma imparatorluğunda kartal, imparatorluk simgesidir, gücü ve otoriteyi temsil eder. “Fırtına taşıyıcısı” da derler.
Kızılderililer için kartal, en güçlü ve bilge yaratıktır.
Çift başlı kartal çok sayıda antik topluluk için tanrıdır ya da ilahi güçtür.
Roma İmparatorluğu, Hititler, Endülüs, Sırp Krallığı, Anadolu Selçukluları, Memlükler, Rusya Çarlığı, çift başlı kartal simgesini yüceltirler.
Ganeşa, fil kafalı Hint tanrısıdır.
Hint tanrısı Vişnu yeryüzüne ilk indiğinde balıktır.
Hindistan’da ve Güneydoğu Asya’da fil, inek, kaplan ve bazı maymunlar kutsal sayılır.
Filler sadece Güneydoğu Asya’da değil, Avrupa kıtasında da kutsaldır. Dişleri sebebiyle süslemecilik için avlanan fillerin dişleri de, hortumu da kutsal sayılmıştır.
Savaş dehası olarak anılan Kartacalı Annibal, fillerle Romalıları yenmiştir.
Eski Mısır’da çakal başlı Anubis, ölüleri bu dünyada çakallardan koruyandır. Öbür dünyada da ölülerin koruyucusu ve ölüler kentinin efendisidir.
Hititlerde büyük yılan Aşertu ve İlluyanku tanrıdır.
İskandinav tanrısı Votan, sık sık yılan kılığına girer.
Afrika yerlileri için yılan totemdir.
Eski Mısır mitolojisinde sular tanrısı Sobek timsah başlıdır, timsah da kutsaldır.
Evren oluşurken tanrı Ra, kaz biçimindedir.
Japonya’da balina okyanus tanrısı için deniz dağı sayılır. Kitsune denilen tilki kutsal sayılır.
İskandinav kültüründe ve çoğu bölgenin mitolojisinde geyik doğanın yaratıcısıdır.
İngiliz mitolojisi aslanı öne çıkarır.
Eski İran kültüründe, yılanların şahı olan Şahmaran’dan söz edilir.
Deve Araplar için kutsaldır.
At, sadece ulaşım değeri bakımından değil, koruyan, esirgeyen özelliği ile de tanrı sayılır. Kanatları ve boynuzu ile mitolojinin önemli kahramanlarındandır.
Güvercin bütün antik topluluklarda kutsaldır. Efsaneye göre İslamiyet’te Hz. Muhammed’i ve Ebubekir’i mağarada takipçilerinden saklayan kutsal kuş güvercindir.
Hüma, semender, anka, , devlet kuşu, phoineix, simurg, garuda, rok, sirrenk gibi çeşitli isimleri bulunan Zümrüdüanka, bütün antik kültürlerde küllerinden yeniden ve yeniden doğabilen kutsal hayvanıdır.
Sibirya’nın karlı ve sert ikliminde ayı ilkel insanın imrendiği güçtür. Sadece bol ve yağlı eti, kalın kürkü ile de vahşi yaşama direnme olanağı değildir. Öte yandan ayının o sert iklimle baş edebilme kudreti, insanda onun gibi olmak arzusu uyandırmıştır hep. Sibirya insanı için ayı kutsaldır.
Yüzden fazla tanrının olduğu Maya kültüründe geyik, yeniden doğabilme (reenkarnasyon) gücüdür. Köpek, güneşe gideceği yöne sevk edendir.
Çin efsanelerinde hayvanlar güçlü motiflerdir. Ejderha, komodor ejderinden üretilmiştir.
Çin’in halen de kullanılan takvimi hayvanlardan oluşmaktadır. Çin kültürünün karmaşık ay ve yıl takviminde yıllar, Sıçan yılı, Öküz yılı, Kaplan, Tavşan, Ejderha yılı, Yılan, At, Keçi, Maymun yılı, Horoz, Köpek ve Domuz yılı şeklindedir.
Benzeri bir hayvanlı takvimini, küçük bazı değişikliklerle Çin’in komşusu olan Orta Asya Türklerinde de görüyoruz. Eski Türklerin 12 hayvanlı takvimi, Fare, Öküz, Pars, Tavşan, Ejderha, Yılan, At, Koyun, Maymun, Horoz, Köpek, Domuz’dur.
Liste daha da uzatılabilir. Hemen her kültürde, mitolojik her öyküde, kutsal sayılan, çeşitli anlamlar, güçler yükleyen, büyük kısmının da tanrı sanıldığı binlerce havyan sayılabilir.
Kurt için de aynı durum söz konusudur. Orta Asya’nın bozkırında yaşama savaşı veren insan için kurt, avlanma yeteneğidir, çevikliktir, gözü pekliktir.
İNSAN HAYVANI TANRI YAPTI, ONDAN ÖĞRENDİ
Asya’nın bozkırında insan kurttan öğrendi. Bengal’de kaplandan, Sibirya’da ayıdan, Afrika’da yılandan öğrendi. Kızılderili Kartal’dan, Hintli filden, Arap deveden öğrendi. Kuşlardan, timsahlardan, balıklardan öğrendi ilkel insan. Avlanmayı da, hayatta kalmayı da, savaşmayı da… Tabiatın vahşiliğine karşı zayıflıktan kurtulmak için çırpınan insan, her yerde çok sayıda öğretici buldu. Onları izledi, onlardan öğrendi, onlarla savaştı, doğayla savaştı. Ve zaman geldi, doğayı da alt etti, hayvanı da. Uysallaştırdı, emrinde köle yaptı.
Ama o zamana kadar onun öğretmeni, kutsalıydı. Hatta tanrısıydı.
Eski Roma efsanelerinde, Romanın kurucuları olarak anlatılan Romus ve Romulus’u emziren, büyüten kurttan söz edilir.
Orta Asya masallarında, hatta bizim Tarkan masalında da görürüz benzerini. Kurt çocuğu emzirerek büyütür, ölene kadar da koruyucusudur.
Hayvanlardan öğrenmeye çalışan ilkel insan, hayvanın savaş yeteneğini ve yöntemlerini taklit etmiştir. Kedigillerin avına sessiz ve sabırlı yaklaşması, kartalın, atmacanın ani saldırısı, etcil hayvanların birlikte davranması, işbölümü, otçul hayvanların ortak savunması vs.
Hayvandan öğrenmek, modern dövüş sanatlarını da etkiledi. Özellikle Çin kökenli dövüş sporları, hayvanları taklit etme temeline dayanmaktadır.
İnsanın hayvanla ilişkisi, metotlara, yorumlara yansıdı. Anlamaya, itiraz etmeye, savaşmaya, ya da benimsemeye. Büyücülerin büyü araçları hayvan kemikleri idi binlerce yıl.
Zayıf insanın korunma güdüsünden, büyücülükten yarattığı, yarattığı Şamanizm, doğadan, hayvanlardan ve kurallardan da beslenerek gelişti, her yere yayıldı. Ancak Şamanizm için, “doğayı ve hayvanı anlama çabası” demek, sanırım yanlış olmayacaktır.
Sonuç olarak bugün de iyiliğin ve kötülüğün, korkunun ya da refahın tanımlanması, daha çok hayvanlar üzerinden yapılmaktadır.
Emekleyen ataların beslenmek için savaşta bilgiye duydukları ihtiyacın, örgütlenmeye, devlet kurmaya evrilmesi on binlerce yıl aldı. Bu dönem boyunca insan, doğayı, hayvanı, gökyüzünü, ayı, güneşi ve yıldızları çözmeye çalıştı.
Ergenekon masallarından genetik bilime, uzay teknolojisine uzanan yolda insanoğlu, öğrendikçe masallardan sıyrıldı, bilime, maddeye ve geleceğe yoğunlaştırdı çabayı.
*
Buraya kadar sanırım anlaşırız herkesle.
Sonuç olarak her kültürün, her milletin kendince bir kahramanlık masalı ve zorluklarda yol gösteren bir masal kahramanı vardır.
Sorun, masallarda yaşamaya mı devam edeceğiz, bugünün gerçeklerine mi odaklanacağız?
Sorun, sınıflar arası ilişkinin her şeyi belirlediği vahşi kapitalizm koşullarında, bugünün modern insanı, mitolojik güçlere nasıl yaklaşacaktır.
Vahşi kapitalizm insanlığı uçuruma sürüklediği, ulusal demokratik devrimin kaçınılmaz olduğu koşullarda, Ergenekon masallarına ve Bozkurt işaretine anlamsız değerler yüklemek yol kazası mıdır, yoksa sarılacak çözüm mü?
Birkaç bölümde ele alacağımız konunun sonraki bölümünde bu durumu tartışacağız.
Devam edecek
Author Profile
Latest entries
- ana manşet25/09/2024Yasalara göre işçinin sendikal hakları
- ana manşet23/09/2024İntihal ya da aşırma…
- ana manşet19/09/2024İşverenler için artık bütün sendikalar kırmızı
- ana manşet17/09/2024Polonez saldırısı
Kaleminize yüreğinize sağlık son derece güzel bir yazı keyifle okudum kaleminiz daim olsun