Türkiye, hukuk devleti ilkesini benimsemiş bir anayasal sistem üzerine kurulu. Ancak bu sistem, son yıllarda iktidarın keyfi tutumları ve hukuku siyasetin aracı haline getirme çabalarıyla ciddi şekilde aşındırılıyor. Adaletin terazisi, iktidarın müdahaleleriyle eğiliyor; mahkeme kararları, anayasal kurumlar ve yüksek yargı organları, iktidarın hoşuna gitmediğinde yok sayılıyor, küçümseniyor ve hedef haline getiriliyor.
Bu tutumun baş aktörü, Akp’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve onun liderliğindeki AKP hükümeti. Erdoğan’ın Anayasa Mahkemesi kararlarını “tanımıyorum, saygı da duymuyorum” diyerek açıkça yok saydığı beyanları, hukukun üstünlüğü ilkesinin bizzat en üst makamdan nasıl hiçe sayıldığını gözler önüne seriyor. Hukuk devletinde, mahkeme kararları tartışılabilir, eleştirilebilir; ancak bu eleştiriler, karar veren yargıçları hedef göstermek ve yargı organlarını itibarsızlaştırmak şeklinde olamaz. Erdoğan ve AKP, hukuku sadece kendi siyasi çıkarlarına hizmet ettiği ölçüde meşru kabul ediyor.
Yargı Kararları ve İktidarın Çifte Standardı
AKP’nin yargı sistemine yaklaşımındaki çifte standart artık kimseyi şaşırtmıyor. Anayasa Mahkemesi’ni hedef alan açıklamaların yanı sıra, kimi zaman alt mahkemelerden gelen ve hukuki dayanaktan yoksun olduğu açıkça görülen kararlar, iktidar tarafından destekleniyor ve “hukukun tecellisi” olarak pazarlanıyor. Örneğin, iktidarın hoşuna gitmeyen kararlar veren yargıçlar görevden alınırken, talimatla verildiği izlenimini uyandıran kararlar övülüyor. İktidarı eleştirenler, bu kararlara itiraz ettiklerinde ise “hukuk düşmanı” veya “terör yandaşı” gibi yaftalarla susturulmaya çalışılıyor.
28 Ocak 2025 tarihinde gazeteciler Barış Pehlivan, Serhan Asker ve Seda Selek’in gözaltına alınması, bu çifte standardın güncel ve çarpıcı bir örneğidir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturma kapsamında, bu gazeteciler “kişiler arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınması” ile “bilirkişi etkilemeye teşebbüs” suçlamalarıyla gözaltına alındı. Bu olay, iktidarın hoşuna gitmeyen eleştiriler ve haberlerin, gazetecilere yönelik baskılarla susturulmaya çalışıldığını bir kez daha ortaya koydu.
Barış Pehlivan, gözaltına alınmadan önce yaptığı açıklamada, hedef alınmasının sebebini açıkça ifade etti: “Bir bilirkişiye cevap hakkı tanıdık. Bu nedenle şimdi bizi hedef gösteriyorlar.” İktidarın hukuku araçsallaştırma çabaları, sadece muhalefeti değil, halkın doğru haber alma hakkını da tehdit ediyor.
Hedef Gösterme ve İtibarsızlaştırma
Erdoğan ve AKP’nin yargıya yönelik tutumunun bir diğer çarpıcı boyutu, eleştiri yapanları hedef gösterme pratiğidir. Mahkeme kararlarını eleştiren hukukçular, gazeteciler, akademisyenler hatta kimi siyasiler zaman zaman ağır sözlerle itham edilmiş, tehdit edilmiştir. Anayasa Mahkemesi üyelerine yönelik isim vererek yapılan ithamlar, demokratik bir hukuk devletinde kabul edilemeyecek boyutlardadır.
Gazetecilere yönelik gözaltılar ise artık sıradan bir olay haline gelmiştir. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti de son gözaltılarla ilgili bir açıklama yaparak basın özgürlüğüne yönelik bu baskılara tepki göstermiştir. Ancak bu tepkiler, hukukun siyasallaştırıldığı bir sistemde ne yazık ki karşılık bulamamaktadır.
Hukuk Tanımazlığın Bedeli
AKP’nin yargıyı siyasallaştırma çabalarının en büyük bedelini halk ödüyor. Adalet sistemine olan güven sarsılmış, hukukun üstünlüğüne olan inanç zedelenmiştir. Bu durum, sadece yargı kararlarının meşruiyetini değil, toplumun geleceğe dair umutlarını da yok etmektedir.
Sonuç olarak, Erdoğan ve AKP’nin hukuku araçsallaştırma ve kendilerine muhalif olan her sesi bastırma çabaları, ülkenin demokratik değerlerini tehdit etmeye devam ediyor. Türkiye’nin bir an önce hukukun üstünlüğü ilkesine geri dönmesi ve yargının bağımsızlığını yeniden tesis etmesi şarttır. Basın özgürlüğü, hukukun üstünlüğü ve ifade hürriyeti, demokratik bir toplumun temel taşlarıdır ve bu değerlere sahip çıkılmalıdır.
Author Profile
