İtalya’nın eski Başbakanı, halihazırda Avrupa Merkez Bankası Başkanlığında bulunan Mairo Draghi, Avrupa ekonomisinin geleceğini konu edinen 400 sayfalık bir raporu geçtiğimiz günlerde yayınladı. Türkiye’nin sol aydın çevrelerinde çok az kişinin dikkatini çeken ve yine üzerine çok az konuşulan rapor[1], küresel kapitalizmin geleceğine ve dünyanın gün geçtikçe daha çok içerisine girmeye başladığı savaş ekonomisi koşullarına dair önemli bilgiler sunuyor.
Özet itibariyle, ABD ve Çin arasında yaşanan ekonomik rekabete karşı Avrupa sermayesinin çıkarlarını ön plana koyan Darighi Mutabakatı, Hayri Kozanoğlu’nun köşesine taşıdığı başlıkla adeta “Avrupa’nın Bütün Sermayeleri Birleşin” manifestosu olarak da okunabilir. (Hayri Kozanoğlu, 17.09.2024) ABD ve Çin arasında yaşanan teknolojik rekabet konusunda geride kalan Avrupa ekonomilerini devlet desteğiyle toparlama ve ulusötesi şirketlerle yarışabilmelerini sağlama amacı taşıyan Draghi vizyonu, yüzyılın başında “Sosyalizmin öldüğünü”, neoliberal küreselleşmenin tüm dünyanın önünde duran tek seçenek olduğunu fetva veren kapitalist merkezlerin değişen tutumlarını görebilmemizi sağlıyor.
Küresel sermayenin ulus devlet sınırlarına takılmadan serbestçe dolaşabildiği, devlet müdahalesinin en büyük günahlardan biri kabul edildiği, Washington ve Post-Washington programlarıyla çerçevesi çizilen neoliberal küreselleşme, ABD hegemonyasının baskın olduğu on yıllarda pervasızca uygulanageldi. Ancak ABD hegemonyasının aşınması, neoliberal küreselleşmenin 2008 finans krizi sonrası içerisine girdiği bunalım ve en son COVID-19 pandemisiyle birlikte yaşanan sağlık ve sağlığa erişim krizi gibi sistemin çoklu krizleri (polycrisis) türetmesi, merkez kapitalist ülkelerin küreselleşme algısını değiştirdi.
Bugün, yüzyılın başından farklı bir dünyadayız. ABD ekonomi-politiği artık piyasaya sonsuz güven duyan neoliberal bir akılla yönetilmiyor. Devletin yeşil dönüşüm ve yapay zekâ gibi alanlara devlet müdahalesini artırması, Çin’in gün geçtikçe artan küresel ekonomideki ağırlığına karşı farklı bir yönetim anlayışı içerisine girmesini gerektirdi. Biden döneminde gerçekleşen yasal düzenlemeler, korumacılığı esas alan, kritik alanlara devlet müdahalesini öngören, dışa bağımlılığı azaltmaya çalışan bir ekonomi programını öngördü.
Devlet kapitalizmi olarak tanımlayabileceğimiz bu program, Daraghi manifestosunda da görebildiğimiz gibi Avrupa sermayesinin de benzer bir pozisyon almasına yol açıyor. ABD ve Avrupa sermayesinin korumacılığı ve dışa bağımlılığı azaltmaya dönük bir tutum aldığı bu konjonktürel durumda, şirketlerinin uluslararası pazara daha çok açılmasını, dahası, Avrupa ve ABD pazarlarına girmesini ve Avrupa sermayesi ile rekabet etmesini isteyen taraf Çin oluyor. ABD ve Avrupa sermayelerinin içe dönük yaklaşımlarının ve sanayi politikalarına yönelmesinin aşırı sağ (milliyetçi ve dinci histerileri kuvvetlendiren) siyasetlerin yükselmesine yol açması, dünyayı yeni bir savaş iklimine sürüklüyor. Yüzyılın başında ABD liderliğinde gerçekleşen işgal ve savaşları dünyanın çeşitli coğrafyalarına yayan küreselleşme dalgası, bugün Çin’in temsil ettiği “ters küreselleşme” dalgasıyla olası bir dünya savaşını önleme iddiası taşıyor. Bunun yolu ise, uluslararası kapitalist rekabetin önündeki engelleri kaldırmaktan, Çinli şirketlerin de Avrupa ve kıta Amerika’sı pazarlarına girebilmesinin önünü açmaktan geçiyor.
Marx, 19. Yüzyılda “katı olan her şey buharlaşıyor” diyerek duyurmuştu kapitalist sistemin toplumsal alanda yaratmaya başladığı dönüşümü. Dünyamız bugün de ters-yüz oluşların, krizlerle beslenen yeni saflaşmaların ve kullanageldiğimiz kavram setlerinin yıkılıp tekrar inşa edildiği bir fetret sürecinden geçiyor. ABD hegemonyasının zayıflamasının, dünyanın çok kutuplu bir hal almasının, emperyalizme bağımlı uluslar ve ezilen emekçi halklar için büyük fırsatlar ortaya çıkardığı muhakkak. Ancak bu fırsatları emekçiler ve ezilen uluslar için fırsata dönüştürecek sol/sosyalist ideolojik önderlik veya bu iddiaya sahip küresel ölçekte aktörel bir merkez bulunmuyor. Hal böyle olunca, solun önünü açacak bir konjonktürel ortamda yükselen siyasetler milliyetçi ve dinci fantezilerin yer aldığı aşırı sağ siyasetler oluyor. Türkiye örneğinde gördüğümüz de farklı bir manzara değil.
Böylesi süreçlerde çok sevdiğim İranlı edebiyatçı Sohrap Sepehri’nin Suyun Ayak Sesleri başlıklı eserinde söylediği sözler hep aklıma geliyor; “gözleri yıkamalı, başka türlü görmeli”
[1] Önemli iki yazı için bkz: Hayri Kozanoğlu, “Avrupa’nın bütün sermayeleri birleşin: Daraghi Manifestosu”, 17.09.2024, Birgün Gazetesi.
Ergin Yıldızoğlu, “Değişim hızlandı ama yönü belirsiz”, 23.09.2024, Cumhuriyet Gazetesi.