1. BÖLÜM
Hemen hemen her insan, hayatında iniş ve çıkışlar yaşarken, yüz ifadesinin hüzünden, sararmış donuk hallere düştüğü bir gerçektir.
Yaşanmış olayların yaratığı travmatik izler ‘şimdiye’ taşınarak getirilen hislerle birlikte, Depresyon, bedenin bazı alarm zillerinin çalmasına neden olarak, hipokondriyak (hastalık hastalığı) tutumlara yol açabilmektedir.
Bir bakıma depresyon, deyim yerindeyse ruhsal soğuk algınlığın bir türevi olarak ruhun başkalaşmasına eş değer dengenin bozulması ile düşünce ve hislerde normları aşan duygu durumun bozukluğuna denk düşmektedir.
Alışagelmemiş bir olayın ve çözülememiş hali, depresyon; yaşanmış bir travmanın gizemliliğinin deşifre edilememesinden ötürü
bıraktığı izler ise, klinik depresyon tanısının konulması ve ayrı tutulmasını zorunlu hale getirmektedir; dolaysıyla.
Mükkeder – hüzünlü ve kederli olmak, oluşan yaşamsal olay ve olgulara yönelik, insanın gösterdiği ölçülü reaksiyonların –tepkilerin genelde anormal olmadığını belirtmek isterim.
Bu tür ruhsal ve derinden etkileyen olayların genelde bir kaç gün içinde bedensel reaksiyonları beraberinden getirmezken intihar düşüncesinin
oluşmasına sebep olabilirken, bu his ve düşünceler bir kaç saat ve gün içinde tekrar yok olabilmektedir.
Tümden bir izah gerekiyorsa, depresyon; uzun soluklu ve süreklilik arz eden duygu durumun bozulması ile gelişen hüznün büyümesi sonucu tüm bedeni ve psişeyi -ruhu ele geçirmiş olarak kişinin yeti- ve becerilerin de yaşamsal arzunun eksik oluşması ve tamamen düşmesine eş zamanlı olarak gelişen patolojik diğer hastalıkların zemininde tıbbi müdahalelerin sıklıkla görülmesine kapı aralanmış olması da, depresyon tanısının kolayca verilmesini sağlarken, tedavi, karmaşık bir hal alabilir.
Tedavi planı ve haritasında süregelen müdahaleler hastayı yorarken keder ve hüznün kalıcılığını korumuş olması depresyon sorunsallığını güncel ve gündemde korumaktadır.
Zira bu gibi depresyon halleri, kişinin varlık bilincini tehdit ederken, mesleki ve insan ilişkilerinde de zorlu bir takım korkunç süreçlerinin oluşmasına neden olmaktadır.
Öncelikle belirtmem gereken bir husus vardır ki..sık sık uyku bozukluğunun görülmesi, tat duyusunun bozulması ile baş gösteren iştahın azalması ve bedenin ağırlığı ile sürekli ilgilenilmesi, depresyonun en belirgin özellikleri olarak karşımıza çıkar. Bunun yanı sıra cinsel işlev bozukluğu ile aşırı konsantrasyon ve enerji bozukluğu da depresyona eşlik eden rahatsızlık ve huzursuzluklardır. Diğer yandan depresyonun süreçlerine ilişkin oluşan faktörlerin birbirleriyle olan ilişkilerini anlamak için birkaç örnek verebiliriz:
1. Örnek: Biri işini kaybetse bu bir sosyal faktör olarak görülebilir ; işinin zamanının çoğunu aldığı için yönünü ve amacını kaybeder hissine kapılır ve bu bir varoluşsal faktörü tetikler; Depresif hislere kapılır duruma gelince psikolojik faktör ile karşılaşır; kaybolan enerjisinden ötürü yitirilen saglık ve hastalıklar zincirinin başlaması ile biyolojik faktörün rol oynaması :
2. Örnek : Genç bir kadının, ailesinin kendisi hakkındaki düşüncelerine çok önem verdiğini düşünün (psikolojik faktör); Muhtemelen uzun zaman bir depresyon geçirecektir. Çünkü ailesinin beklentilerini bir yana bırakamayacaktır. Uzun süren depresyondan ötürü bağışıklık sistemi zayıfladığından kronik hastalıklardan ve enfeksiyonlardan şikayet edecektir (biyolojik faktör). Hasta olduğunda hayat anlamsız hale geldi hissi, onu varoluşsal faktöre itecektir. Bu tutum ve tavırları onu arkadaşlarından uzaklaştırır olarak sosyal faktörün etkin bir rol oynadığı görülecektir.
Her iki örnekte depresyonun nerede ve hangi aşamada başladığını tahmin etmek güçtür. Depresyonun başlaması ve bir hastalığa dönüşmesi saydığım dört faktörün depresyonun oluşumunda yer almış olarak kabul edebiliriz.
Eğer kişi fiziksel sağlığına dikkat ederse ve bir terapi arayışına girerse ve hayatı yaşamaya değer olduğunu bilinçte kabul ederse ve kaybedilen işe odaklanmak yerine yeni bir iş bulmanın şevkine kavuşur ve sağlığını muhafaza edebilir. İkinci örnek de verdiğimiz kadın; eğer yapıcı önerilere başvurursa- sosyal faktör, sağlıklı bir duruma gelir. Anne ve babasının her işine koşmak ve onları mutlu etmek için verdiği tüm çabayı normal/dengeli seviyeye getirdiğinde psikolojik faktör, zihinsel normalliğe ulaşmış olarak daha az depresif bir duruma geleceğinden sağlıklı olma sürecini tekrar kazanabilir. Bu bağlamda biyolojik faktör oynadığı etkin rol, kişiyi yüksek enerjiye ulaştıracaktır. Sağlığı iyiye gittiği için varoluşsal faktör olumlama ile devam edecektir. Hayat anlamsız değil zevk veren bir hayat olacaktır.
Buna rağmen bu dört faktörün oluşumunda seyre gelen depresyon süreci daha kompleks yapıda geliştiği için, esrarengiz ve değişime direnen bir yapıda olan ve olması kaçınılmaz olan bir hastanın hızla iyileşmesini bekleyemeyiz.
Depresyonu bir bütün olarak ele almak gerekir. Bazen depresyon nesnel olarak kişide bir ruh hali olarak hissedilmesi zordur. Daha derinlerde var olan bir etkiden bahsetmek daha gerçekçi olacaktır. “Tesir” /Etki “insan ruhunun en derinlerine aittir” (David H. Rosen – Kaynak ; Depresyondan Kurtuluş, bam teline dokunulduğunu düşündüğümüz insanın öfkesi, anı bir patlama ile vuku bulursa, bilinmeli ki, bu insanın depresyona girişi pek muhtemeldir. Tesir burada ruhsal alevlenmenin tezahürü olarak anlaşılabilir. Tesirin yüzeye çıkması gerçek duygunun ortaya çıkması, subjektif bir durumun oluştuğunu gösterir. Ancak bu bazı durumlarda ise pek mümkün olmayabilir de.
Normal koşullarda depresif tesirler birkaç saat, gün, hafta ve ay sürebilir. Ancak bu olgu ve olaylar bir kişinin ruhi bozukluğa sahip olduğunu kanıtlamaz.
Kendine özgü semptomlara bakılmaksızın her depresyonun ortak özelliği moral değerlerinde zayıflama veya bunların yerini olumsuz (amoral) durumlar ve değerlerin kişide yer etmesidir. Moral kaybının aşılması ve moralin düzeltimi ve iyileşmesi için psikolojik olarak depresyon durum, bir şans olarak oluşturur. Karl G. Jung gibi bende ruhu önemsiyorum : Zira Ruh, “insanın duygusal moral yapısının hislerinin ve sevginin ikametgahıdır (Eros –eres). Akıl ise mantığın ve düşüncenin konağıdır (logos).” ( Kaynak; David H. Rosen- Depresyondan Kurtuluş, sayfa 37 )
Friedrich Nietzsche ise şöyle der : “Bir insanın yaşamak için ‘neden’i varsa, o insan her türlü ‘nasıl’a katlanır”. Varoluşsal faktörü en nitelikli bir ifade ile insanın gayesine uygun gelen ve yaşama olan ereksel bir arzunun ve istencin tezahürü olarak insan ne ve nasıl sorusuna elbette bir yanıtı olacaktır.
Maslow ise, insanların kendilerini gerçekleştirmek için “ hayatın anlamı ve onun maneviyatıyla dengeli değerlerin olması gerektiğini…” (Maslow -Almanca Kaynak- Persönlichkeit und Motivation= (Kişilik ve Motivasyon)- sayfa 185 ; rororo yayınları) savunur.
Freud’un klasik yaklaşımı değişimlere uğrayarak günümüzde davranışçı araştırmacılardan Lewinshon, depresyonu pekiştirme mekanizmasındaki bozulma sonucu ortaya çıkan bir durum olarak tanımlamıştır. Pekiştirme modeline göre depresif davranış uygun ödüllerin azlığı ile ilintilidir. Yapılan bir takım çalışmalarda öğrenilmiş çaresizlik modeline göre depresyon, bireyin geçmişte maruz kaldığı, hoşlanmadığı durumları sonlandırma veya bu durumlardan uzaklaşmadaki yetersizliği ile ilişkilidir. (hagop ve Akiskal, 2000). Bir bakıma kontrolün kendisinde olmadığı yargısı ile kontrol edebilme algısının gelişmediği düşüncesi geçmiş hayatların çıkmazları ile ortaya çıkan travmatik bakışın, subjektif olarak konum alması depresif durumun aşılamayacağını birey beyininde kaydeder.
Depresyonda ortaya çıkan belirtiler, bir kaybın ardından yaşanan yas sürecine özgü olan özelliklere benzetilmektedir. İlişkilerde yaşanan gerçek ya da imgesel kaybın kişide öfkeye yol açabileceğine, katı süper egolu yapıdan ötürü açığa çıkarılmayan bu öfkeyi, kişinin kendisine yönelteceğinden, depresif olmak için mevcut kriterin oluştuğunu düşünebiliriz.
Bu yaklaşım klasik psikanalizin Freud’dan gelen tradisyonel (geleneksel) özelliği ile direkt bağlantılıdır.
Depresyonla ilgili en temel bilişsel kuramın önde gelen ismi ise Beck dir. Beck başta psikanalitik çerçevede tedavilerini sürdürürken, depresyon tablosunda psikanaliz ile açıklanamayacak özelliklerin olduğunu fark ettiğinde, bir grup hastasında var olan olumsuz düşüncelerin depresyonu tetiklediğini görmüştür.
Beck’in kuramına göre; yaşam olayların gerçekçi olmayan bir şekilde değerlendirilmesi yada olumsuz zihinsellikler (bilişler) inançlar, duygusal bozukluklara yol açarak depresyonun bilişsel modeline uygun olan depresif şemalar majör depresyonun ortaya çıkmasını sağlamaktadır.
Bu kurama göre depresyonlu kişilerin şema, varsayım ve inançlar gibi farklı kelimelerle adlandırılan sabit bilişsel özellikleri vardır. Şemalar/ varsayımlar yapının içeriğini oluştururken, otomatik düşünceler, şemalara bağlı ürünler olarak değerlendirilir.
Diğer yandan şemaların standart tanımının olmadığını düşünürsek bilişsel şemalar ile depresif şema, sosyal şema ve kendilik şeması olmaksızın ve bu tür şemalar göz ardı edildiğinde yada dikkate alınmadığında şemaların tanımlanması pek işlevsel olmadığını görebilmekteyiz.
Depresif semptomlar demans dan epileptik ve beyin enfeksiyonlarına kadar uzanan hastalıkların oluşumuna sebebiyet verecek kadar önemli bir episodal olgudur. Organik olarak açıklanabilir veya gerekçelendirilebilir Depresyon tıbbi bir hastalık olgusunun, örneğin- şizofreni, nevrotik depresyon gibi bağımlılık gösteren hastalıklarda depresyon, psikotik bir hal alabilir.
Author Profile
Latest entries
- ana manşet28/11/2024Marksist din eleştirisinin dönüşümleri-1
- ana manşet21/11/2024Faşizmin inşaası üzerine geliştirilen eleştirilerin teorik çıkmazları-2
- ana manşet14/11/2024Faşizmin inşaası üzerine geliştirilen eleştirilerin teorik çıkmazları
- ana manşet07/11/2024Tasarım ve hayalleri ile rüyasını yaratan insan