Yüz çevrilen büyük acı
İlke apartmanında yaşayan Kılıç ailesi çekirdek bir aile olarak yaşamlarına devam ederken bu çekirdek aileye yeni üyeler katılacaktı. Hasret Kılıç 5 aylık ikizlere hamileydi.
Asel kardeşleri olacağı için mutluydu. Dede Selahattin Kılıç ise sevinçten ağlamıştı.
Fatma Anne yaşlı gözlerle geçmişe gitti. Oğlu Mustafa’ya baktı. Daha dün bebekti. Kucağında ağladığını düşünüyordu. Ne de çabuk geçmişti zaman. Gelinine, oğluna sarıldı. Torunlara yapacağı mamaları, dikeceği patikleri, giysileri hayal etti.
Asel yerinde duramıyor, “anne ne zaman gelecek kardeşlerim” diye soruyordu habire. Amca Halit Asel’e takılıyor, “pabucunu dama atacaklar” diyordu, gülerek. Üzülünce de Asel, sarılıyor, gözlerinden öpüyordu. Ailenin ilk göz ağrısı Asel. Kılıç ailesinin kıymetlisi…
Yıl 2023. Aylardan Şubat…
Cumartesi özel hastanede randevuları var. Bebeklerinin cinsiyetini öğrenecekler. 5 aylıkmış ikizler. Biri kız, biri erkekmiş.
Mustafa’dan haberi alan aile, “yavrum sağlıklı olsunlar yeter ki” dediler, dualar ettiler, sevgi sözleri yağdırdılar.
5 Şubat günü Mustafa ailesini alıp pazar gününü birlikte geçirmek için baba evine kahvaltıya geldi.
Öğretmen halası gidecek diye Asel üzgün. Sokuldu yanına. Oyunlar oynuyor, bitmesin istiyordu.
Hala da üzgün, ama gitmesi gerek. Dede halayı hava alanına götürünce Asel de orada. Sımsıkı sarıldılar hala ile. Öptü, kokladı hala, içine çekerek. İstanbul uçağı uçurdu halayı. Normalin ötesinde bir hüzün herkeste… Son veda sanki…
Asel rahatsızdı havadan dolayı ufak bir öksürüğü vardı.
GECENİN SESİZLİĞİNDE KAYBOLMAK
Uyudular…
İlke Apartmanı oturdukları bine. Yeni apartman, daha yeni yapılmış bina…
Sabah 4:17…
Uyandılar mı acaba?
N’oluyor?
Deprem oluyordu. Sallandıkça sallanıyordu sanki. Sesler, çatırtılar… İlke apartmanı, o yeni bile sarsıntıya dayanamıyordu.
Asel’in sesi, “Dedeeeee!”
Mustafa eşi Hasret, kızı Asel bir aradalar. Ama Asel dağ bildiği dedeye sesleniyor, “dedeeeee!”
Kıyamet kopuyor. Gökler yere çökmüş, yer göğe yükselmişti.
Selahattin dede, Fatma ana, “çocuklar, Mustafa, Asellll” diye bağırdılar feryatla.
Çok büyük depremdi olan. Her yer yıkılmış, Antakya yerli bir olmuştu
Birbirinin üzerine çöken katlardan feryatlar. Bu yandaki, şu yandaki, öte yandaki çöküntülerden feryatlar.
Her yer toz duman, her yerden feryatlar…
Antakya’nın görmediği bir şey bu! İnsanoğlu görmüş müdür böylesini? Kıyamet dedikleri şey bu kesin. Yok yok, başka bir şey bu!
Selahattin dede aldı telefonu, arıyor durmadan. Ama nafile, oğluna ulaşamıyor.
Nasıl buldu, nasıl binip sürdü bilinemez ama vardı arabasıyla Mustafaların evin oraya.
Aman Allahım, ev yoktu, koca bina yoktu.
Yığıldı kaldı oraya Mustafa dede. Bağırsa bağıramıyor. Belli belirsiz bir feryat çıktı ağzından;
“Oğlummmmm!”
“Aselimmmm!
Hasretimmm!
Molozların arasından birilerini gördü. Toz toprak içinde herkes. Eşeliyorlar, eşeliyorlar… Bağırmaktan sesler kısılmış, gözyaşları yüzlerindeki tozla deprem topakları olup dökülüyor.
Can havliyle atıldı Selahattin dede.
Fatma ana dağ olmuş, çöken binayı savuracak sanki.: “Çocuklar, yavrularımmmm!”
Ellerini göklere açmış, yırtacak sanki bulutları; “Allahım yardım et, n’olursun etme bize!
Aradılar, aradılar.
Dümdüz olmuş evlerden kurtulan üçbeş kişi, herkes arıyor.
Eller parçalandı. Gözlerde yaş, boğazlarda ses kalmadı.
Saatler, saatler geçti.
Toz toprak, alkanlar içinde aradılar canlarını…
Gelen giden yok.
Saatler geçti gelen yok.
Ne bir yardım, ne su getiren, ne itfaiye, ne şu, ne bu…
Bir canını kurtaran üçbeş kişi, bir Allah!
Herkes, herkes çöküntülerin altında. Çoluk çocuk, yaşlı genç, kadını hamilesi…
İkiz bebeye hamilesi de orada.
“Yavrummmmmmmm
O da orada. İki bebesiyle orada.
Asel’im de orada, yavrummmm.
Halit de geldi, o da eşeliyor betonları.
Selahattin dede molozlardan su göletine düşmüş, her yeri çamur içinde.
Kıyametin üstüne bir de yağmur başlamıştı. Bunca zulüm az gibi, sağanak halinde yıkılan Antakya’ya çöküyordu. Her yer gölet, her yer sel sanki. Birkaç metreye ezilen koca koca binaların molozları, tozları çamurlaşıyordu oluk oluk.
Aramak daha da zor şimdi.
İliklerine kadar sırılsıklam herkes, yağmura karışan gözyaşları, yağmurun yıkadığı parçalanmış elleriyle, molozlardan parça koparmaya çalışıyordu, yakınlarına ulaşmak için…
Saatler geçti…
Günler geçti…
Ne bir gelen, ne bir imdat…
Gökte Allah, altta kendileri, çırpınıyorlar.
Günlerdir bir damla uyumamış bir lokma yememişlerdi.
Su içseler iyiydi, ama o da yok ki. Antakya oldu Kerbela.
Arabası olan sağa sola koşturdu, bir yardım getiririz, bir yetkili derman olur belki diye.
Giden gittiğiyle geldi.
Ne yardım, be bir gelen…
Cesetler çıkıyordu artık molozlardan. Parçalanmış eller, çöküntüde ezilmiş, parçalanmış bedenler çıkarıyordu.
Arada bir ses, bir inilti duyar gibi oluyorlar, hep beraber dalıyorlardı oraya. Paramparça eller, alkan içinde sese ulaşana kadar çırpınıyordu. Sonra bir çocuk, bir kadın ya da bir dede…
Kimi sevinirken, hüzne boğuluyordu çoğu.
Günler günler kovaladı, iniltiler kesilmiş, aramalar bitmişti.
Mustafalardan birine bile sağ ulaşılamadı.
Enkaz aranması yapıldı ama hiçbir insan kalıntısı bulunmadı.
Kılıç ailesi hastane hastane gezdi, gitmedikleri yer kalmadı. Yoktu hiçbiri. Ne Mustafa, Ne Hasret, ne Asel…
Nisan ayında haber geldi. “Enkazlar kaldırılacak” dediler. Kılıç ailesi, son umut diye enkazın son kez aranması için başvurdu. Tamam dediler, aransın.
Her şey bulunmuştu ama insan dair bir şey yoktu.
Fatma ana bitmiş tükenmişti. Ağlayacak, gözyaşı kalmamış, yakaracak, umudu kalmamış.
Gülme nedir unuttular. Asırlar ötesindeydi sanki.
Geceyi unuttular, gündüzü yaşayamıyorlar artık.
Güçten, kuvvetten düştüler, hastalıklar başladı.
Adli tıptan bir haber gelir diye gözleri yollarda, öylece bekliyorlar, aylardır, aylardır.
BİR YOLUN BAŞLANGICI
Selahattin dede, Fatma anayı hastaneye götürdü yine. Hastanede herkes tanıyordu artık onları. Doktor DEMAK-DER yapacağı basın açıklamasını anlattı.
DEMAK-DER deprem kayıpları için basın açıklaması yapacakmış.
“Demak-Der nedir ki, ne olacak yani” diye umutsuz, biraz da kuşkuyla gittiler.
DEMAK-DER Başkanı Selahattin Kaban ile tanıştılar. Anlattılar dertlerini. “Gerçekten bulunur mu yavrularımız” diye sordular, dualar ettiler.
Eve dönünce uzun uzun konuştular. Dernek son umuttu onlara. Derneğin haberleşme grubuna katıldılar.
Dernek son umuttu onlara. Derneğin haberleşme grubuna katıldılar.
Dernek Ankara’da Ulus meydanında basın açıklaması yapılacak. hazırlığı vardı. Gazeteciler davet ediliyor, izinler alınıyor, afişler, pankartlar yapılıyor… Hummalı bir hazırlık…Bir haber çıktı aniden. “Hatay Cumhuriyet Başavcısı: ‘193 cenazenin DNA örnekleriyle eşleşme yapılamadı, yakınlarına teslim edilemedi” demiş. “ (https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/hatay-cumhuriyet-basavcisi-193-cenazenin-dna-ornekleriyle-eslesme-2170383). Habere göre Başavcısı, “Kahramanmaraş merkezli depremlerden etkilenen Hatay’ın Antakya ve Defne ilçelerinde 17 bin 615 yurttaşın hayatını kaybettiğini, 193 cesedin DNA eşleşmesi yapılamadığından yakınlarına teslim edilemediğini” söylüyordu.
Önemli bir gelişme. Ama bu kadarcık yetmez, devamı gelmeli mutlaka.
Ulus Meydanındaki açıklama için daha da şevklendi herkes.
Derken açıklama saati geldi, çattı. Ulusal ve yerel basından 25 gazeteci oradaydı. Basının ilgisi çok iyi. Nihayet sesimiz, derneğin sesi duyulacaktı.
Dört ayrı televizyon canlı yayın yaptı. Dünya duydu sesi sonunda.
Türkiye’nin en büyük depremi, 100 binin üzerinde ölüm, binlerce kayıp… TBMM nin bu konuyu ele alması, araştırma grubu oluşturması lazımdı.
Partilerin TBMM gruplarından davetler geldi, dernek görüşmeler yaptı, anlattı durumu ayrıntılı olarak. Aramalara son verilmemesini, ailelerin yakınlarının akibetini bilmeye hakkı olduğunu, devletin bu sorumluluğu yerine getirmesi gerektiğini anlattılar, anlattılar, anlattılar…
5 ve 6 Şubat 2023’ten bu yana 17 ay geçti.
Hala kayıp Mustafa. Hasret kayıp, Asel kayıp, doğmamış ikizler kayıp.
Ve hala kayıp bunca insan.
Fatma ana devamlı, ama devamlı dua ediyor, kuran okuyor. Selahattin Kılıç dede ise, kıyıda köşede sesiz sessiz ağlıyor 17 aydır.
Meclis araştırması…
Gözler oralarda, umutlar oralarda…
Kılıç ailesi de, diğer kayıp yakınları da bırakmadı peşini, bırakmayacaklar.
Ta ki evlatlar bulununcaya kadar…
Selahattin Kaban
Deprem Mağdurları Ve Kayıp Yakınlarıyla Dayanışma Derneği (DEMAK) Kurucu Başkanı
Author Profile
Latest entries
- ana manşet14/12/2024Vicdan borcu ve gerçekçi çözümler: İş Sağlığı ve Güvenliğinde yeni düzenlemelerin yeterliliği
- ana manşet13/12/2024Zübük siyaseti ve çıkar oyunu
- ana manşet13/12/2024Suriye‘de esir olmayı şiddetle reddetti ve başardı İnönü
- ana manşet11/12/2024Suriye’de olanlar bizimle doğrudan ilgili!