8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günüydü. Evet, tüm dünyada kutlandı. Bazen nedenini tam bilemeden sadece bir karanfil verilip o günün anlam ve önemini anlatan birkaç sözle. Sizce yeterli mi? Hatta daha da öteye gidelim, anılmasına veya kutlanmasına gerek olması ne kadar acınası bir durum öyle değil mi? 1857 yılında, dünyaya insanlık dersi veren Amerika’da, insanlık dışı bir uygulama sonucu 129 kadın işçi, haklarını aramak için başlattıkları eylem sonucunda yanarak ölüyor. Ve dünya bu olaya dayanarak o günü “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” ilan ediyor.
Bir kadının emekçi olması için illa çalışması gerekmez. Aslında kadın doğuştan işçidir, öğretmendir, doktordur, psikologdur, sanatçıdır, aşçıdır, çöpçüdür, garsondur, anadır, eştir, kardeştir… Kısacası hayatın tam da merkezidir. Herkes ondan beslenir. Ama iş ülkemizdeki siyasi arenaya geldiğinde, kadın siyasetçi oranı çok çok düşük. En demokratik olduğunu söyleyen partilerde bile bu böyle. Oysaki, geleceği yetiştiren biz kadınların ülke yönetiminde daha fazla söz sahibi olması ancak ve ancak olumlu bir etki yaratacaktır. İyi de acaba bu durumun suçlusu sadece bozuk sistem ya da erkek hegemonyası mı? Bu durumu kabullenmiş olan biz kadınların hiç mi sorumluluğu yok? Elbette var. Biz kadınlarında, her kurumda ve her toplulukta yönetim kadrolarında yer almaya istekli olmamız gerekmekte. Ancak o zaman verilmeyen haklarımızı söke söke alabiliriz. Toplum içinde kadının yeri ve öneminin daha iyi anlaşılmasını sağlayabiliriz.
Tüm bunlara ek olarak biz kadınlarında; bilgiyle, hoşgörüyle, eşitlikle, sevgiyle beslenmeye ihtiyacı var. Bir toplumun gelişmesi için önce kadınlardan başlamak gerekir. Çünkü kadın çevresine aynadır. Yarının insanlarını yetiştirir. Çocukların yaptıklarını eleştirirken, hemen ilk akla annesinin davranışları gelir. Çünkü çocuklar dudaklarımızı değil, ayaklarımızı takip ederler. Bir doktor kalp ameliyatı yapıp bir çocuğun hayatını kurtarabilir. Ancak bir anne, o çocuğun kalbine erişip onun doğrulukla yaşamasına olanak sağlayabilir. Asla unutulmamalıdır, çocuklar ülkemizin %30’u, ancak geleceğimizin %100’üdür. O yüzden onları belli bir yaşa kadar ilk etkileyen kişi olarak biz kadınların da kendimizi geliştirmemiz gerekmektedir. Bunun için yetkili ama etkisizlerden yardım almayı beklemektense, kendi çabamızla yöntemler aramalıyız. Hatta tüm imkânsızlıklara rağmen hayata tutunmuş ve ideallerine ulaşmış birçok kadının hayat öyküsünden feyiz alabiliriz. Çoğu zaman biyografi okumak kendi gelişimimiz için bir yol bulmamıza ışık tutar.
Önce kendimiz aydınlanmalı, daha sonra da çevremizi aydınlatmalıyız. Unutmayın, küçük ışıklar karanlıkta güçlüdürler.
Bir Türk Kadını olarak inandığım bir ilke var ki; o da; “Türkiye’mizde değişim ve gelişimin kadınlarla başladığı ve bu günümüz koşullarında tekrar kadınlarla başlayacak olmasıdır”.
Dünyanın en büyük cezaevi, cahil insanın kafasının içidir. Çevremize, yaşanan olaylara ve ülkemizin eksikliklerine lütfen cahil kalmayalım. Toplumda değişimi sağlayacak yegâne güç kadınların gücüdür!
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar günümüzü anıyorum…
Hülya ÖZCAN-Halkla İlişkiler Uzmanı
Author Profile
Latest entries
- ana manşet14/09/2024Narin çocuk
- alt manşet11/09/2024İhanete uğrayan bir devrim
- ana manşet08/09/2024MESEM, ÇEDES ve Türk-İslam sentezi
- ana manşet29/08/2024‘Ne kadar vurgun yaparsak yeridir’