Gün geçmiyor ki yeni bir olumsuzluk, insanımızı/kamu vicdanını incitmesin, yaralamasın. Gözümüze, beynimize, yüreğimize zorla sokulmaya çalışılan bozulma, çürüme ve her tür kokuşmuşluk yansımaları çoğalmakta. Değişen bir iklimden, bir ortamdan, bir atmosferden, bir sistemden öteye, kişilerle ilgili/ilişkili ve sınırlı tutulan bir öngörü eksikliği değerlendirmelerde öne çıkmakta. Böylece fotoğrafın bütünü, sorunsalın kökeni görülememekte. Buna bağlı olarak da çözümden uzak yakınma söylemi ile durum geçiştirilmekte, akılcı-bilimsel çözüm göz ardı edilmekte.
Beyin uçuklatan örneklerden bir tanesi çok yeni ve hala çok sıcak; özel hastanelerde yaşanan çocuk-bebe/yeni doğan ünitelerindeki ölüm/öldürüm olguları! Daha önce yaşananları unutturacak dehşet bir durum! Kadına, çocuğa hayvan türlerine uygulanan şiddet ve kırımı gölgeleyen, ekonomik sosyal kültürel ve etik sorunsalı da bir an unutturan, tüylerimizi diken diken eden bir “insanlık” yoksunluğu, utancı! Toplumu duygusal hezeyana/öfkeye sürükleyen bir trajedi; bilinci öteleyen! Tanımlaması zor, tanı konulması sıkıntılı bir durum. Ancak öncelikle ve cesur biçimde adını koymak gerektiğinden yana olduğumu belirtmeliyim. Sorunsalın kişilerden öte devasa bir büyüklük gösterdiğini, bir yapı-sistem-anlayış sorunu olduğunu saptamak gerekir. Kişisel-kurumsal ve sosyal ilişkilerde yasa, anayasa, hukuk, etik ve insanlığa ilişkin “değer” sayılabilecek ne varsa değiştirip/dönüştürüp çıkar ve maddi değerlere uyarlama çabası, önceliği çürümenin yolunu açtı.
Devletin bütün kurumlarında hızla yaygınlaşan “ben” /”biz” “hallederiz” sorumsuzluğu ile parti devletine dönüşen yandaşlıktan daha tehlikeli bir ayrımcılık! Yeterlilik /liyakat yerine “bizden olma” ölçütü bütün kurumlara egemen olmakta. Bu alanda kadrolar oluşturmak için “değişim” /” dönüşüm”, “uyum” söylemine sarılmak!
Sağlık evi köylerde, sağlık ocağı semt ve ilçelerde, mahallelerde giderek etkisizleştirildi. Ya da kapatıldı. Sağlık hizmetlerinin kamu sağlığını ve koruyucu sağlığı öncelemesi önemli olmaktan çıkarıldı. Giderek özel yapıların/hastanelerin önü açıldı. Bunun öncesinde sağlık sisteminde basamaklar çiğnendi. Sağlık çalışanları ve doktorlar, ekonomik kıskaca alınarak özel kurumlara yönlendirildi. Birçoğu da yurt dışına kapağı attı. Özel hastanelerin hastalara “müşteri” gözüyle bakması ekonomik bir sorun gibi görülse de aslında kültürel ve etik bir sorun olarak toplumsal çürümenin hız kazanmasına yol açtı.
Devletin sağlık kurumları yetersiz ve çaresiz bırakılarak, kaynaklar özel sağlık kurum ve kuruluşlarına/hastanelerine aktarılmaya başlandı. MEB’in görevini Cemaatçi/Tarikatçı yapılara devretmesi başlı başına bir beka/gelecek sorunu! Köy ve mahallelerde okulların kapatılması, öğretmenin köyden gönderilmesi, imamın köyde etkinliğinin artması ve giderek egemen olması sadece eğitime değil bütünüyle toplumsal yaşama-kültüre ve Cumhuriyete müdahalenin önünü açtı. Son yılların Sağlık Bakanı ve MEB profiline bakınca konunun ne denli önemli ve sistemsel olduğu daha iyi anlaşılır.
Böylece eğitim-sağlık sorunsalı kamuca/halkça olmaktan çıkarılarak, işveren-müşteri bağlamında ekonomik kurallara dayalı ve etik değerlerden uzak; vicdan ve insaf ölçülerine sığmayan bir yaklaşımla sistemin tanımlamasıyla güncel bir “sektöre” dönüştürüldü. Liberal ve kapitalist ekonomide “her şey mübah” mantığıyla konulara ve sorunlara yaklaşıldığı için yapay sektörlerin önceliği ve albenisi ballandırılarak topluma sunuldu. Özellikle son kırk yıldır sürdürülen her şeyi alınıp-satılan –meta– olarak gören özelleştirmeci mantık son yıllarda satacak, özelleştirecek bir alan bırakmadı.
Mantar gibi her yerde biten özel hastaneler ve elbette özel okullar neden şaşırtıcı ve düşündürücü sayılmaz? Ekonomik yoksulluk toplumun büyük kesimini etkilerden, halkın ezici çoğunluğu bu sağlık ve eğitim sektöründen zaten yararlanamamakta. Varlıklı olmak eğitim ve sağlığa erişmek için ön koşul sanki. “Altta kalanın canı çıksın” sözü hangi anlayışın sloganı!
Ülke yönetiminin çürümüşlüğünü sadece tek kişi yönetimine bağlamak var olan sistemin bütününü sorumlu olmaktan çıkarmaz mı? Anayasal ve yasal zorunlulukların uygulanmayışı, hukuk tanımazlık, keyfiyet, adam kayırma elbette büyük sorun! Ancak sistemin beslediği, oluşturduğu çıkar ilişkisi “tek adam” saltanatından öte bir sorunsal değil mi? Fotoğrafın bütününü görmeğe engel değil mi? Duygu ve öfke seliyle yaklaşmak, bilinci ötelemek, sistemle savaşımı kesintiye uğratmaz mı? Bizi karşı olduğumuz “sistem” içine hapsetmez mi?
Bu bağlamda sorunsalın çözümü için temel iki öneri başlangıç için zorunlu görülmeli;
* Kamusal halkçı yaklaşımın ilk adımı özel eğitim ve sağlık kurumlarının kamulaştırılması olmalıdır.
*Devletin temel görevlerinden olup ertelenemez ve devredilemez olan eğitim-sağlık sorunsalına uzanan cemaat/tarikat bağlantıları kesilmeli ve bu örgütlenmeler tasfiye edilmelidir!
Bu konuya ilişkin yasal dayanak vardır. Ancak bu yetki devlet görevlilerince ve cumhuriyet savcılarınca ne yazık ki kullanılmamakta! Bu gerçekliği görmeden sorunsala neşter vurulamaz.
Ne çabuk unutkan olduk aydın ve toplum olarak; söz konusu makam ve yetkileri çoğunlukla ele geçiren anlayış bir zamanlar “demokratik” haklarıdır diye, Maliye’ye, Mülkiye’ye, Askeriye ’ye (Askeri Okullara) alınmadılar mı? Ve kamu yönetiminde görev alıp Türkiye Cumhuriyeti’ni biçimleme, dönüştürme inanç ve amacıyla yozlaşma/çürüme pahasına kendi anlayışlarına uygun iktidarı oluşturma sürecindeki kararlılıkları nasıl görülmez?