Ocak 2024’te aylık periyotlarla ve “Türkiye’nin teorik politik birikimi” mottosuyla yayım yaşamına başlayan Bilim ve Sosyalizm dergisi, 7. sayısında işte bu mücadeleye odaklanıyor ve 2 Temmuz Sivas yangının 31. yılında Mehmet Bedri GÜLTEKİN, Öner YAĞCI, Mustafa PALA, Prof. Dr. İ. Melih BAŞ, Mehmet ULUSOY, Atilla Cemal EŞEN, Gülsün KAYA ve daha birçok yazarımızın makale ve eleştirileriyle karanlığın karşısında aydınlığa omuz veriyor.
Otorite ve gelenek yerine bilgi edinmede akılcılığın temel olduğu; doğaya dair yeni keşiflerin ortaya çıktığı; dinî dogmalara ve kurumlara karşı eleştirel bakış açısının serpildiği; toplumsal yaşamda bireysel hak ve özgürlüklerin öneminin anlaşıldığı; farklı düşünce ve inançlara saygı ve hoşgörünün geliştiği Aydınlanma Çağı, 18. yüzyılda Avrupa ve Kuzey Amerika’da yaşanan, modern dünyayı şekillendiren önemli, düşünsel hareketti.
Bu hareket, feodal sistemin çöküşü ve mutlak monarşilerin sorgulanmasıyla birlikte ortaya çıktı. Ticaretin, sanayinin gelişmesiyle burjuva sınıfı güçlendi, siyasi ve sosyal statü talep etmeye başladı. Aydınlanma düşüncesinin eşitlik ve adalet gibi değerleri böyle oluştu. Rönesans ve Reform hareketlerinin yarattığı entelektüel ortam, bilimsel ve felsefi gelişmelere yol açtı. Toplumsal sözleşmelerle korunan halk egemenliği gibi meşru siyasi sistemler olan demokrasi ve cumhuriyetçilik böyle doğdu. Bilim ve teknolojinin ekonomik kalkınma ve refah için hayati önem taşıdığına vurgu yapan Aydınlanma düşüncesi, modern sanayileşmenin ve teknolojik ilerlemenin temelini oluşturdu.
Avrupa Aydınlanma’sının etkisi 18. yüzyılın sonlarında Osmanlı İmparatorluğu’na ulaştı. Tanzimat Dönemi’nde (1839-1876) tohumlarını atan Türk Aydınlanması, 20. yüzyılın ilk çeyreğine kadar uzanan bir süreçti. Bu dönemde Osmanlı toplumunda geleneksel inançlar, kurumlar ve siyasi düzen sorgulanmaya; akılcılık, bilimsellik, toplumsallık ve birey hakları gibi Aydınlanma değerleri benimsenmeye başlandı. Bu bağlamda, yönetimde, eğitimde, edebiyatta, hukukta ve orduda Batılı reformlar uygulamaya kondu. Ve Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde verilen Kurtuluş Savaşı’nın ardından Türk Aydınlanması, çağdaş, laik, demokratik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla taçlandı.
Aydınlanma Çağı’nın, modernitenin ve toplum yaşamının gelişmesine katkıda bulunan ilerici bir hareket olduğu ortadadır. Ancak tarihsel olarak burjuva sınıfının önderliğinde gerçekleşen Aydınlanma’nın ikili karakteri tam da bu önderlikten kaynaklanmaktadır. Kapitalizmin dayandığı özel mülkiyet ve rekabet hırsını körükleyen serbest piyasa ile burjuva ideolojisinin değerleri bu dönemde meşruiyet kazandı. Sınıfsal eşitsizlikler ve emek sömürüsü hem genişledi hem derinleşti. Avrupa merkezli doğası nedeniyle diğer toplumların farklı kültürel değerleri yok sayıldı ve evrensellik iddiası sınırlı kaldı.
Özellikle 1980’den sonra Cumhuriyet, değerlerini ve aydınlığını hızla kaybetti. 2 Temmuz 1993’te Sivas karanlığında 33’ü aydın ve sanatçı 37 kişi cayır cayır yakılarak can verdi. Bugün geldiğimiz yerde ise “Cumhuriyet Savcıları” şeriatı değil, laikliği savunanı tutukluyor!
Aydınlığın karanlıkla mücadelesi devam ediyor… Nazım Hikmet, diyalektiğin bu evrensel yasasını Türkçenin gücüyle ve apaçıklığıyla yansıttı: “Ben yanmasam / sen yanmasan / biz yanmasak / nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa”
Kapitalist dünya ve Türkiye, aydınlanmasını kaybederken, o aydınlanmanın çocuğu olan burjuvazi bu yitip gidişi sadece seyretti. Marks’ı izleyerek söylersek, aydınlanmasını kaybeden dünyayı burjuva aydını seyredip betimlemekle yetindi; sosyalizm ise onu mutlaka değiştirecektir!
Author Profile
Latest entries
- ana manşet11/01/2025Gerçekliğin Kırk Tonu
- ana manşet05/01/2025‘Güzel Adlandırma’ Güzel mi?
- ana manşet29/12/2024Sanatçının Uyumsuz Birey Olarak Portresi
- ana manşet22/12/2024Cumhuriyet eğitimine karşı devrim