Neoliberal ekonomi politikaları tüm dünyada sorgulanırken, piyasaların hayali değer ölçütü günden güne geçerliliğini yitiriyor, Türkiye ise IMF’siz IMF programını uygulamaya devam ediyor. Dış borçtan, KKM’ye, kamu taşınmazlarının satımından, Saray’ın zevküsefasına Türkiye ekonomisi girdabın içinde boğuluyor.
Türkiye dış borç faizi için sadece 6 ayda 12.7 milyar dolar ödendi. Kur Korumalı Mevduat iki yılda 1 trilyon 58 milyar lira yuttu. Hazine taşınmaz satışlarından 8 milyar 141 milyon lira gelir elde ederken Saray Ocak-Ağustos döneminde 8 milyar 369 milyon lira harcadı…
Türkiye ekonomisinin gidişatını belirleyen siyasi anlayış, zenginin daha da zenginleştiği yoksulun daha da yoksullaştığı politikaları üretmeyi sürdürdü. Söz konusu anlayışın tercihleri Türkiye’yi halkını doyurmayan, milli üretimini gerçekleştirmeyen, değer üretmeyen bir ekonomik tablo ile karşı karşıya bıraktı. Hizmet sektörünün büyütüldüğü, montaj sanayinin yaygınlaştığı, yabancı için turizm-inşaat-tekstil cennetine dönüşen Türkiye, artık yurttaş için cehennem!
Dış yatırımcı arayışını sürdüren, sıcak para ile ekonominin çarkını çevirmeye çalışan saray iktidarı, ekonominin orta vadeli yol haritasında da emekçinin sırtındaki yükü daha da artıracağını ilan etti. Ne diyelim: Malumun ilanı!
Emekçi açlık sınırının altında asgari ücret ile yaşama tutunmaya çabalarken öğrenciler barınamayacakları için üniversite tercihi yapmıyor, emekliler kayıt dışı çalışmaya yöneliyor, yurttaş temel gereksinimlerini karşılamak için kredi kartına yükleniyor. Kirayı ödedikten sonra geriye kalan 3-5 kuruşla ayı nasıl geçireceğini düşünen ücretli çalışanlar için kışın sert geçeceği bugünden belli.
Açlık ve baskının egemenliğini kurumsallaştırmak isteyen saray iktidarı ise “Yeni Anayasa” tartışmasını zorluyor. Zenginin daha zengin, yoksulun daha da yoksul olduğu ekonomik tablonun hukuki dayanağını üretmek isteyen saray iktidarı -şimdilik- ilk 4 maddeye dokunmayacağını söylüyor…
Tüm bu sefil yaşam, ekonomik çıkmaz ve çözüm üretemeyen düzen siyaseti karşısında, emekçi halkın güvenebileceği, derdine derman olabilecek, yeni bir yaşamın olanağına ikna edecek bir siyasi merkez henüz ortada yok!
Bir kez daha, yine ve yeniden,
somut gerçekliğin yakıcılığına çare;
Halkçı-Kamucu Ekonomik Programı uygulayacak
Milli Devrimci Merkezi yaratmaktan geçiyor!