2022 yılı olması gerek, Ankara Yüksel Caddesi’nin köşesinde bulunan Mülkiyeliler Birliği’nde ODTÜ’den emekli siyaset bilimi profesörü Galip Yalman hocanın neoliberalizmin güncel krizi ile alakalı bir konferansını dinlemeye gitmiştim. Galip hoca, kapitalist sistemin içinden geçtiği krizin günümüzde iki büyük düşünürü mezarından kaldırıp adeta yeniden dirilttiğini söylemişti. Hocanın bahsettiği iki düşünürden birisi İtalyan Marksist düşünür Antonio Gramsci, diğeri ise özellikle Büyük Dönüşüm (Great Transformation) adlı eseriyle tanınan Macar iktisatçı Karl Polanyi idi. Tarihin uzun yürüyüşünde yaşanan toplumsal süreçler yaşayan kimi düşünürlerin fikirlerini hayattayken mezara yollayabildiği gibi kimilerini de ölümlerinden yıllar sonra yeniden ve yeniden yaşamın ortasına atabiliyor.
Son dönemde Türkiye’de özellikle genç kuşaklar arasında Doğan Avcıoğlu’na olan ilginin yükselmesini de “Avcıoğlu’nun mezarından kalkması” olarak betimlemek çok da abartı olmayacaktır. Elbette bu durumu, Doğan Avcıoğlu’nun öneminin uzun zamandır farkında olan küçük ama bilinçli azınlığı dışarıda tutarak söylüyorum. Osmanlı’dan Cumhuriyet Türkiye’sine uzanan toplumsal dönüşümleri Avcıoğlu külliyatı üzerinden okuyan kişiler, Avcıoğlu’nun ülkemizdeki düşün hayatına olan eşsiz katkısının farkında olarak teorik ve politik beslenmelerini onun eserleri üzerinden sağlıyorlardı. Yeni olan, Avcıoğlu’na duyulan bu ilginin (veya ihtiyacın) günümüzde özellikle genç kuşaklar arasında çok daha yaygın hale gelmeye başlaması ve gençlerin fikirsel beslenme kaynakları arasında Türkiye’nin Düzeni, Milli Kurtuluş Tarihi, Türklerin Tarihi gibi Avcıoğlu’nun eserlerinin daha fazla yer tutmaya başlaması oluşturuyor. Öyle ki, içinden geçtiğimiz ekonomik kriz ortamında kitap basmak bir yana kendi varlıklarını ayakta tutmakta dahi zorlanan yayınevlerinden birisi olan Tekin Yayınevi, okurlarından gelen baskıya daha fazla dayanamayarak Türkiye’nin Düzeni kitabının yeniden basılacağını yakın zamanda duyurdu.
Bu durum, Doğan Avcıoğlu’nun kendi şahsiyeti üzerinden artan bir popülerlikten ziyade ortaya koyduğu yöntemsel ve fikirsel bakışın Türkiye’nin önünde duran sorunları aşmaktaki güncelliğinden, liberal akımların zerk edildiği özellikle Türkiye çalışmaları özelindeki akademik çalışmaların sınırlılıklarını aşmadaki teorik gücünden kaynaklanıyor. Dolayısıyla, dirilen Avcıoğlu’nun kendisi değil, yöntemsel ve fikirsel olarak ortaya koyduğu katkılarıdır. Dirilen bir beden değil, esasında bir siyasal hat ve programdır. Burayı iyi anlamak gerekiyor.
İLGİNİN KAYNAĞI: KEMALİST-SOSYALİST GÜÇ BİRLİĞİ
Galip hocanın neoliberalizmin krizi üzerinden Gramsci ve Polanyi’nin dirildiğini iddia etmesine benzer bir şekilde Avcıoğlu’nun da bir krizin içerisinde yeniden keşfedilmeye başlandığını düşünüyorum. Bu kriz dinamiklerinden birini Kemalizmin kendi içsel krizi oluşturuyor. Avcıoğlu, kendisine değin devam eden Kemalizmi ya “en steril, en doğru ve aşılamaz” gören kesimlerden ya da onu “tüm kötülüklerin nedeni görüp tümden reddeden” kesimlerden farklı olarak; Kemalist Devrimin güdük kısımlarını tespit etme, kazanımlarını ileri taşıma ve onun ortaya koyduğu pratiğin varması gereken menzili sosyalizmde olduğunu gösterme anlamında oldukça önemli tezler üretebilmiştir. Gerçek bir bilimsel sosyalist perspektifle, aynı Marx’ın Hegel’e, kendinden önceki ütopik sosyalistlere veya insanlığın ilerici birikimine mal olmuş tüm kişi ve olaylara olan yaklaşımında rastladığımız “içererek aşma” programını Kemalist Devrime uygulayabilmiştir. Bunu yaparken, milli kurtuluş devrimimizin anti-emperyalist özünü her zaman ön planda tutmuştur. Bugün de özellikle 12 Eylül sonrası donuklaştırılmaya, devrimci özünden arındırılmaya veya düzen açısından “tehlikesiz” hale getirilmeye çalışılan “Atatürk” ve “Kemalizm” propagandasına karşı ülke gençliği Avcıoğlu’nun ortaya koyduğu tarihsel okumalardaki “Kemalist devrimciliği” yeniden anlamaya ihtiyaç duymaktadır.
Uzun yıllar Kemalist devrime sövgü yarışı içerisinde olan ve bunu yapabildiği ölçüde kendisini “daha solcu” gören ekip ve akımlar, son yıllarda Kemalist devrimden geriye düşmenin ne gibi sonuçlara yol açabileceğini yaşayarak deneyimlemiş ve bu duruma uygun olarak da söylem ve siyasetlerini değiştirmeye başlamışlardır. Dikkat edildiğinde Cumhuriyet devrimi kazanımlarına dönük gerçekleştirdikleri bu açılımlarda Doğan Avcıoğlu’nu keşfettikleri ve bu açılımlarını Avcıoğlu üzerinden yapmaya çalıştıkları fark edilecektir. Nitekim, Doğan Avcıoğlu’nun ölüm yıldönümü olan 4 Kasım tarihinde çeşitli sosyalist parti veya grupların gerçekleştirdikleri panel, konuşma ve yazılar bu durumu ispatlamaktadır. Karşımıza çıkan bu olgu, Avcıoğlu’nun ve onun “Yön-Devrim okulu” içerisinde yetişmiş geniş aydın ve gençlik liderleri kadrosunun Kemalist-sosyalist ittifakına dayalı programatik siyasal hattına duyulan ihtiyaçtan ve dahası mecburiyetten ileri gelmektedir. Avcıoğlu’nun Yön ve Devrim Dergilerinde yapmaya çalıştığı ve büyük ölçüde de başarılı olduğu ittifak ve güç birliği Kemalist ve sosyalist güçlerin ortak mücadelesine dayanmaktaydı. Bu anlamda yine dikkat edildiğinde görülecektir ki, 1960’lı yıllarda gençlik önderlerinin milli demokratik devrim stratejisi içerisinde yer almalarının temel motor güçlerinden birini Avcıoğlu’nun başında bulunduğu yayın çizgisi oluşturmuştur. Yön Dergisi’nin bir sayısında yer alan “Kemalizm Orta Malı Değildir” dosyası, Kemalist devrim ile karşı-devrimci siyasetlerin hiçbir şekilde örtüşemeyeceğini çok net bir şekilde ortaya koyan çalışmaların derli toplu şekilde Türk halkına sunulmasını sağlamıştır. Bugün Cumhur İttifakı başta olmak üzere, Babacan’dan Akşener’e, tekkeleri yeniden açan CHP’li belediye başkanlarından Atatürk rozetli NATO övücülerine kadar tüm düzen içi karşı-devrim cephesi Atatürk’ü paravan olarak kullanmaktadır. 12 Eylül Atatürkçülüğü dediğimiz, devrimci ve ihtilalci özünden yalıtılmış, “devletin kurucusuna olan sevgiye” sıkıştırılmış, sistem açısından “makbul Atatürkçülük” pompalanmaya çalışılmaktadır. Tam da buna karşı, özellikle ülke gençliğinde Kemalist devrimciliğin teorik kaynaklarını anlama noktasında Avcıoğlu’na olan ilgi de artmaktadır. Dolayısıyla günümüzde Kemalizme ve Cumhuriyet devriminin içeriğine yönelik sol/sosyalist bir teorik ve pratik müdahalenin veya üretimin yetersizliği ve eksikliği günümüzdeki gençleri yeniden eski metinlere ve Avcıoğlu’nun kuramsal katkılarını anlamaya sevk etmektedir.
Diğer taraftan, Doğan Avcıoğlu’nun 1960’lı yıllarda var olan düzeni tartışmaya açması, ekonomik sömürü ilişkileri üzerinden Türkiye’nin toplumsal ve siyasal yapısını anlamaya çalışması onu günümüzde yeniden bir ilgi odağı haline getirmektedir. Günümüz Türkiye’sinde gün geçtikçe derinleşen eşitsizlik ilişkileri içerisinde emekten yana yeni bir düzen tasavvurunda bulunan herkes, Avcıoğlu’nu yeniden okumaya ve anlamaya çalışmaktadır.
Dolayısıyla, Doğan Avcıoğlu özelinde görünürleşen ilginin esas odağı, karşı-devrim iktidarları tarafından yoğun saldırılara ve çürümeye maruz bırakılmış bir toplumun ilerici iki damarının; Kemalist-sosyalist ittifakının ve bu ittifakın teorik ve pratik alanda mevcut düzeni değiştirmeye dönük oluşturacağı devrimci irade arayışıdır. Bugün, Avcıoğlu’nun da katkı sunduğu bu programı aynı açıklıkta savunan Sosyalist Cumhuriyet Partisi dışında bir aktör bulabilmek oldukça zordur. Çok açıktır ki, Avcıoğlu’na olan ilginin pratik siyasette kendisine bulacağı yer Sosyalist Cumhuriyet Partisi’dir. Toplumdaki bu arayışı, romantik bir ilginin ötesinde her alanda yürütülecek bir toplumsal mücadeleye taşımak ise devrimci partinin asli görevidir.