Siyaset, eğitim, kültür-sanat-yazın, görsel ve yazılı iletişim dünyası aynı zamanda bir bilgilenme süreci olarak görülür; görülmeli de. Bu bilgilenme hem ilgilileri hem de dışında kalan ya da izleyici durumunda olan kitleleri de etkiler. Bilgilenmenin davranış ve eyleme yansıması ve toplumsal aydınlanmaya katkısı, beklenen en doğal sonuç olarak kabul edilir ve yaygın eğitimin bir parçası da sayılır/sayılmalıdır.
Ancak ülkemize özgü “durum” ve “koşullar” bu anımsattığım saptamaya pek uymamakta. Nesnellik ve bilimsellikten/akılcılıktan uzak, tamamen öznel, çıkarcı, biçimleyici anlayış, giriş cümlemde vurguladığım alanlarda, yeni “değerler”, “ölçütler” vb. türeterek özel hukukunu oluşturmakta. Bununla kalmayıp siyaset kurumu başta olmak üzere bütünüyle kişisel/toplumsal yaşama bu öznellikle dayatmada bulunmakta.
Geçmiş yazılarımda eğitim-kültür-sanat ve yazına ilişkin çok konu ele aldım. Bugün sadece kimi siyasi yetkili ve temsilcilerin aklımıza daha üst perdeden saldırısına değinmek istedim.
Kendilerini siyasi yelpazenin sağında, solunda, merkezinde, kıyısında köşesinde nasıl tanımlarsa tanımlasınlar… Hükümet bileşenleri içinde olup olmadıklarını akşamdan sabaha değişen söylem ve tutumlarıyla değiştirip aklımızla oynayanlar… Muhalif görünme kolaycılığına sığınıp topluma ciddi bir seçenek üret-e-meyenler… Daha büyük sosyal amaçlarla, savlarla/iddialarla uğraştıklarını, yüksek ajite, söylem ve biçemiyle boy gösterip manipülasyon (yanıltma-sönümlendirme) peşinde koşanlar da aklımızla oynamayı hızlandırdılar!…
Bütün bunların yanında ülkemizin, cumhuriyetimizin, bağımsızlığımızın sacayaklarına saldıran bir siyasi anlayış farklı versiyonlarıyla/görünümleriyle aynı amaca hizmet için adeta yarışmakta. Evet, AKP/MHP ile DEM/HADEP/PKK’nın atışmalarıyla sahnelenen sözüm ona çelişkiler, aslında bir pazarlığın dalgaları. Biri öyle ya da böyle iktidarının devamı için çabalarken diğeri azami oranda kazanım peşinde! Öte yandan yerel seçim başarısı ile övünüp patinaj yapan ve gel-gitler yaşayarak kuruluş ilke ve amaçlarından oldukça uzaklaşıp başkalaşan bir CHP yönetimi ve koşulsuz destek veren kimi “sol” ve “sosyalist” çevre…
Acı söylemeye devam edeceğim! Türkiye Cumhuriyeti büyük savaşımlardan geçerek kuruldu. Bin bir yokluk ve yoksunlukları aşarak yenilik ve devrimlerle taçlandırdı. Ağalık kurumunu, padişah ve hilafet yanlılarını, dinci çıkarcıları karşısına alarak büyük bir ateş çemberinin içine daldı, Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları. Ümmet/Tebaa toplumunu yurttaş/birey kimliğine kavuşturdular. Tüm yapılanları sıralamayacağım ancak birçok tehlike ve başkaldırıyı da yok ederek/bastırarak kimi arkadaşlarının karşı çıkmasına karşın bunu Atatürk öngörüsü ve iradesi sağladı!
Yeni kurulan cumhuriyete karşı dış destek alarak ya da almadan kimler kaç isyan/başkaldırı gerçekleştirdi? Unutanlara anımsatmalı Nakşibendi Tarikatı önderi şeriat isteği ile Cumhuriyete başkaldıran Şeyh Said kimdir? Cumhuriyet yasalarının İslamiyet’i, namusu yok edeceğini, Kuranı ortadan kaldıracağını, ağaların ve hocaların idam edileceğini propagandasının merkezine oturtan bir gerçek “meczup” değil mi? Peki Seyit Rıza km? Tunceli, o zamanki adıyla bölgeyi tanımladığı için Dersim başkaldırısının önderi… Vergi vermemek, askere gitmemek, yurttaşlık ödev ve sorumluluklarını yerine getirmemek, gelen görevlilere görev yaptırmamak ve astığı astık-kestiği kestik bir derebeyi!
Elbette daha birçok küçüklü büyüklü başkaldırı denemeleri daha sonraki yıllarda da yaşandı. Cumhuriyet Devrimi toprak ağalığını ve bütünüyle Feodalizmi tasviye etmek, onların, iç ve dış temsilcilerini karşısına alarak, daha açıkça onları “men” ve “def” ederek başarıya ulaşabilirdi. Cemaat/Tarikat örgütlenmelerini yasaklayıp “lağvetmek” bir başka zorunluluktu. Her türlü gerici yapı ve devrim karşıtlığı odağını dağıtmak elbette gerekecekti. Dini sömüren/suistimal eden kişilerin ve temsilcilerin etki alanı devlet yönetiminden arındırılacaktı. Ardından arasız devrimlerle yeni bir ülke oluşturmak ancak olası idi. Zor ve uzun erimli bir süreç, sarsılmaz bir irade de zorunluydu…
Bu eylemliliğin adı özgürlük-bağımsızlık-uygar bir toplum oluşturma kavgası ve de bunu başaracak olan DEVRİMCİ İRADE idi; Cumhuriyet tarihi boyunca zaman zaman karşımıza çıkan, bugün için de güncel/öncelikli ve ivedi bir görev ve sorumluluk!
Devrim sürecinin kesintiye uğraması, dönüşüm ve karşı devrim çizgisine evrilmesi birçok siyasi parti, aydın ve entelektüel sayılabilecek çevreyi etkiledi. Bu etkileşim büyük sayılan/görülen parti ve merkezleri de çok sarstı. Öyle ki Cumhuriyetin temel ilkelerini esnetip, içini boşaltmak “değişim” büyüsü ile açıklanır oldu. Bu “büyü” birçok partiyi dalga dalga, az-çok sardı. Belki de gerçek yüzler görüldü!
Bu sırada durumdan görev çıkaran bir parti el yükseltmeye yöneldi. Tam zamanıydı artık. Öyle ya MHP gibi bir parti Öcalan’ı meclise davet ederse DEM/HADEP/PKK’ya gün doğmaz mı? Üstüne üstlük söylem-biçem-“jargon” gösterisiyle. Tam bir sahte solcu sahtekarlığıyla. Varlıklarını Şeyh Saitlere, Seyit Rızalara, Sakine Cansızlara borçlu olduklarını ve onların amaçlarını gerçekleştirmeye çalıştıklarını dürüstçe açıklamazlar mı? Bunu yaparken bağımsızlık sembolü 68 gençlik hareketi önderlerinden, Samsun-Ankara Mustafa Kemal Atatürk Yürüyüşü öncüsü Deniz Gezmiş’i de araya sıkıştırması tam bir sahtekarlık ve hadsizlik değil mi? Çok daha acı ve bağışlanamaz olan kendini Solcu-Sosyalist-Atatürkçü (Altı Okçu) olarak gören/tanımlayan çok geniş bir partiler bloğu ve entelektüeller topluluğunun mırın-kırından öteye siyasal namusun gerektirdiği tepkiyi vermemeleri/verememeleridir!
Aklımızla oynamaya birileri “siyaset”-taktik– diyebilir; günün gerekleri, “atraksiyonları” ya da. Ancak kendi akıllarının yetersizliğini tarih bir kez daha yüzlerine vurur ve oturdukları köşkler başlarına yıkılır bilinsin!