- beş otuz…
ve başladı topçu ateşiyle
ve fecirle birlikte büyük taarruz…
sonra.
sonra, düşmanın müstahkem cepheleri düştü.
….
sonra, 30 ağustosta düşman kuvâyı külliyesi imha ve esir olundu…
sonra.
sonra, 9 eylülde izmir’e girdik
ve kayserili bir nefer
yanan şehrin kızıltısı içinden gelip
öfkeden, sevinçten, ümitten ağlıya ağlıya,
güneyden kuzeye,
doğudan batıya, türk halkıyla beraber
seyretti izmir rıhtımından akdeniz’i.
İzmir’in işgali ile başlayan Milli Mücadeleye ülkenin kurtuluşu ile konulan son noktayı;
Sn. Haluk IŞIK’ın dizeleri ne de güzel anlatır:
Sen “9 Eylül” dersin iki kelime,
Ben değişen yazgı anlarım,
Bağımsızlık, özgürlük anlarım,
Sen “İzmir” dersin iki hece,
Ben sevinçten ağlarım…
Sen “9 Eylül” dersin iki kelime
Ben onurlu bir halk anlarım.
Rüzgârın çevirdiği sayfa anlarım.
Sen “İzmir” dersin iki hece
Ben saygıyla ayağa kalkarım…
Evet, ışıklar içinde yatsın rahmetli İlhan Selçuk ustanın yıllar önce dediği gibi, 1922’nin 9 Eylül’ünde “İzmir Türkiye, Türkiye İzmir” olmuştu.
Yüzyıllarca örselenen gururunu yüzyıl önce kanı ile, canı ile kazanmış onurlu bir halk, bağımsız, başı dik bir devlet, ardından tüm dünya faşizme giderken, hatalarıyla sevaplarıyla demokrasiye ulaşma çabalarını ve sosyoekonomik gelişmeyi heyecanla sürdürmekte ciddi mesafeler alan genç bir Cumhuriyet…
Şimdi bir de 9 Eylül 2023’deki hal-i pür melalimize bakalım hele…
Neredeeen nereye???
*Küresel girdaba sıkışmış ve reel üretimden uzak, kaynaklarını büyük ölçüde betona, yandaş müteahhitlere akıtan, teknoloji-marka fakiri, iç ve dış borç, bütçe açıkları ve cari açık sarmalı içinde debelenen, nereden, ne amaçla geldiği açıklanamayan devasa bir net hata-noksanlar kalemi ve şaibeli bir ödemeler dengesi ile planlama anlayışından iyice uzaklaşmış, “babalar gibi neyim varsa satarım” anlayışını “Varlık Fonu” ile sözüm ona kurumlaştırmış bir ekonomi,
*Yeni ya da farklı şeyler söyleyenlere kapalı, ülkenin bugününden çok geçmişini kendine dert edinen, iktidara yönelik eleştirileri “oto sansür”e tabi tutmayı erdem sayan, nöbetçi yorumcularına papağanlar gibi hep aynı ezberi tekrarlatan bir patronaj altındaki devşirilmiş ya da tutsak alınmış bir medya,
*Kurumlarını kayıtsızca çürüten bir devlet ve siyasi iktidar:
*Kendi eski Eğitim Bakanlarınca dahi eleştirilen, cemaat vakıflarıyla elele Cumhuriyet tarihi ve değerlerinden, fen bilimlerinden giderek uzaklaştırılan allak bullak edilmiş, sabileri sefil eden, iyice çuvallamış, milliliği yitirtilen bir “Eğitim” sistemi,
*Çok iyi yetişmiş bürokrasisinin engin devlet deneyimini bir kenara iterek, “ne idiğü belirli” liyakatsizlere terkedilen, her tarafı lime lime dökülen, ülkeye “değerli yalnızlığı” alternatif! olarak sunan bir dış politika,
*Yönetimbilim ve hukukunun temel ilkesi “Meritokratik” yaklaşım (Liyakate göre görevlendirme ve yükseltme) yerine, yandaş ya da yandaş gözükmeyi yeterli bulan bir bürokratik yapılanma,
*Topluma dini ve ahlaki değerlere saygının önemini benimsetmek yerine, tarikatlerdeki iğrenç skandallere sırtını dönüp, birçok önemli bakanlıktan dah fazla bütçe tahsis edilen kılıçla gösteriler yapmayı marifet sayan bir diyanet,
*Bilimsel gerçekleri söyleyerek topluma öncülük etmekten çekinir hale getirilen üniversiteler,
*Toplumun güvenini derinden sarsan “köpekleri salan, taşları bağlayan” bir adalet sistemi ve süreç içerisinde bağımsızlığını tamamen yitiren, bazen de bir türlü karar veremeyerek, siyasi koalisyonun taleplerini uzun tutukluluk süreleri ile sağlamaya çalışan iğdiş edilmiş bir yargı,
*Yapıcı ve şevklendirici eleştiriler yerine geçmiş yıllarda “dahili ve harici” ortak operasyonlarla en değerli ve deneyimli personeli saf dışı edilen, askeri okulları, hastaneleri, yargısı kapatılarak mesleğe özgü geleneksel eğitim sistemini yitirmiş, prestij ve morali büyük ölçüde sarsılmasına karşın ülkesinin çıkarlarını korumaya çalışan bir ordu…
Ve nihayet, şehit düşen kınalı kuzuları için, “vatan sağolsun” diyebilen, şehitliği kutsal bir mertebe olarak algılayan bir halka karşın, çocuklarından “Askerlik yan gelip yatma yeri değildir…” diye bahseden bir siyasi erk…
En kötü ve en tehlikeli durumu asıl şimdi yaşıyoruz; farkında mısınız?
Yüreklerimiz kanıyor demek yetmiyor… Yüreklerimiz, inançlarımız, değerlerimiz, kutsallarımız paramparça ediliyor…
Sözün kısası:
Evet…Çoook zaman kaybettik… Az gidelim, uz gidelim; dere tepe düz gidelim derken, son 20 senenin nihayetinde yokuş aşağı yuvarlanmaktayız…
Üniversitesinden “Milli Eğitimi”ne, Yargı’sından Ordusuna, Parlamentosundan planlamaya dayanması gereken ekonomisine kadar Cumhuriyetimizi, kurumlarımızı geri istiyoruz… Geçirdiğimiz, edindiğimiz acı deneyimlerden yararlanarak onları bu ülkeye, çilekeş halkına layık duruma getirmek için…
Direnmeliyiz halka bütünleşerek, dirsek teması içinde yeniye, güzele, haklıya ve ileriye doğru…
Başka ne diyelim…
Author Profile
Latest entries
- ana manşet03/10/2024Cumhuriyetin dış politikası kanla irfanla yoğrulmuştu…
- ana manşet09/09/20249 Eylül 1922’den 9 Eylül 2024’e ya da “Neredeeen nereye?”
- ana manşet06/09/2024Artık ülkeye “orta vadeli temenniler programı” değil, özgün-sürdürülebilir bir sosyo-ekonomik gelişme-kalkınma modeli gerek …
- ana manşet26/08/202430 Ağustos ve son direktif: “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz… ileri!” Direktifinin anlamını özümseyebilmek…