“Öğretmen yalvarmaz,
Öğretmen boyun eğmez,
Öğretmen el açmaz,
Öğretmen ders verir.”
Fakir Baykurt
Bir özel günü daha geride bıraktık. Kısır polemikler, yüzeysel tören ve anmalarla geçiştirilen 24 Kasım Öğretmenler Günü’nü birçokları gibi ben de önemli gördüğüm yanları ve anlamıyla, elbette eğitim ve öğretmen sorunsalına da değinerek ele almaya çalışacağım. Tarihsel durumuna, “12 Eylül darbecilerinin ürünü” sözüne ya da “5 Ekim Dünya Öğretmenler Günü” ayrışmasına hiç girmeden.
Ülkemizin temel sorunlarından en önemlisi sayılan eğitim-öğretim ve öğretmen yetiştirme politikası her dönem tartışılan bir siyasal başlık olmuştur. Çünkü insanı ve insanlığı yönlendirme-biçimleme ve “istendik davranışlara ve becerilere kavuşturma” süreci, amaçlanan toplum için esastı. Kısaca “nasıl insan, nasıl toplum-ulus ya da halk?” sorusu eğitim stratejisi ile oluşturulabilir. Cumhuriyet eğitim-öğretim anlayışı ile feodal toplum ve sistem farklı amaçlar taşıdıkları için doğal olarak çelişirler. Aslında son iki yüzyılın devrimleri ve aydınlanma çağıyla birlikte yeryüzünde temel yönelim kendini dayatmaktaydı. Akılcı-bilimsel-kişi haklarına bağlı-birey/yurttaş oluşturma çabası ve buna uygun eğitim ile kendine, ulusuna, topluma ve bütün insanlığı eşit davranış/beceri oluşturma sürecinin kendisi olmalıydı “eğitim”. İstisnası olmakla birlikte genel kabul bu tanım çevresindeydi. Kuşkusuz bu tanım daha da ayrıntılandırılıp yan ve alt başlıklarla örülebilir.
Eğitim tarihimizin özellikle cumhuriyetle birlikte seyrine ilişkin yinelemeler ve anımsatmalar yerine birkaç saptamaya vurgu yapmayı zorunlu sayarım. Bunlar Cumhuriyetimizin temel niteliklerine, insan ve toplum oluşturma amaçlarına yönelik ilkesel yaklaşımlardır, olmazsa olmazlardır. Örneğin, “kul”-“tebaa”-“ümmet”-“mürit” kimlik ve aidiyetinden kurtulup yurttaş/birey düzeyine ulaşmak. Bu ancak kimlik-kişilik gelişimine, bilgi ve beceriye, donanıma, çağın getirdiği yenilik ve teknolojiye uyumla, sorma-itiraz etme-karşı çıkabilme-ikna olma/etme sürecini içeren bir eğitim/öğretim anlayışıyla olasıdır. Bu süreçte sorgulama esastır! Dogmalar, kimi gelenekler, dinsel ya da hurafeye dayalı telkinlere, söylencelere bu eğitim sürecinde yer yoktur. Bu bağlamda her köye bir okul ve öğretmen, eğitim-öğretimin yanında bir aydınlanma gönüllüsü olarak gönderilecekti. Bugün yapılan, köyden öğretmen ve okulun kovulmasıdır! Peki bilim-kültür-sanat ve aydınlanmayı kim sağlayacak artık köyde-kırsalda?
Öğretmenlik bir uzmanlık alanı/mesleğidir! Günün koşullarına göre sürekli ve hizmet içi eğitimle eksikler giderilebilir, her meslekte olduğu gibi güncellik kazanılabilir. Bir öğretmenin yerini ancak bir başka öğretmen doldurabilir. Okullarda öğretmen dışı görevlendirmeler (imam-müezzin-müftü vb.) ivedilikle kaldırılmalıdır! İşte bu evrede eğitim geçmişimizin köşe taşı olan Köy Enstitüleri vurgusu zorunlu. Cumhuriyetin aydınlanma çabası ve uygar bir toplum savı ancak eğitimin, bilimsel-laik-demokratik-eşit-ulaşılabilir-parasız, kız erkek ayırmadan ve karma olmasıyla amaca ulaşacaktı.
Yönetenlerin kolay yönetmek ve toplumu kendi çıkar ve amaçlarına göre biçimleme önceliği çağdaş eğitimle uyuşmazdı. İyi yetişen çocuk ve gençler, yurttaş olmanın sorumluluk ve bilinciyle davranır; hak ve ödevlerini bilir, güdülmeye geçit vermez, eşitsizliğe, haksızlığa-hukuksuzluğa… bilinci ve bilgisiyle, birikimiyle karşı çıkar. Bu nedenle “uyumsuzdur”, “sorun” çıkarır, “çıbanbaşı” olur!
Cumhuriyet ülküsü ve aydınlanma/aydınlatma amacıyla yetiştirilmiş öğretmenler devleti yönetenlerce İkinci Dünya Savaşı yıllarına dek el üstünde tutuluyor, hak ettikleri değeri görüyorlardı. Sözünü ettiğim “değer”, ekonomik anlamından öteye statü ve devlet/yurttaş gözünde kabul gören bir yüceliği karşılıyordu. Köyde muhtarın, ilçede kaymakamın ve ilde valinin bırakın küçük görmeyi, yok saymayı, danışacağı bir aydındı öğretmen. Köy ve kasabalarda etkili ve yetkili konumlarıyla birer eğitim-kültür ve sosyalleşme önderiydi Cumhuriyet öğretmeni. Aynı zamanda toplumsal çelişkileri saptayan ve çözüm önerileriyle halka rehberlik edebilen öncülerdi. Bu konum birileri için çok rahatsız edici ve “beka” sorunuydu. Önce öğretmen, hemen ardından ilgili eğitim kurumlar kara propaganda ile itibarsızlaştırılmaya başlandı. Bilimsel-demokratik-laik eğitim savunucuları ve ilgili kurumlar yaklaşık yetmiş yıldır bu itibar suikastına karşı onur savaşımı verirken, sürgünle, tutsaklıkla, kıyımlarla bu günlere gelindi.
O halde özellikle 1945’li yıllardan sonra bu durum, bu strateji bozulmalı ve terk edilmeliydi! Köy Enstitüleri bu nedenle kapatıldı. Amerikan eğitim izlenceleri, ekonomik dayatmalarla birlikte adım adım getirildi! Önemli oranda yok edilmiş ya da yer altına inmiş Cemaat/Tarikat örgütlenmeleri tam zamanı diyerek yer üstüne çıkmış, birçok siyasi tarafından desteklenip, ödüllendirilmiş, örnek alınmış! Eğitimin her kademesine bilimden uzak kadrolar yerleştirilmiş, tarikat temsilcisi devlet yöneticilerine komut verir duruma getirilmiş! Öğretmen yetiştiren kurumlar dönüştürülerek laik-demokratik… eğitim öngören sistem ve kadrolar tasviye edilmiş. Özellikle son yirmi yıldır akla ziyan uygulamalar, hele son bakanın anayasa ve yasalara karşı hukuk tanımaz tavrı giderilmesi olanaksız kayıplara yol açmakta. Verilen zarar insana ve toplumadır, hiçbir gerekçeyle hafifsenemez ve bağışlanamazdır!
Bakanlık düzeyinde yapılanların, “hata” olmaktan çok öte birer stratejik dönüşümün gerekleri olduğunu düşünüyorum. Yaklaşık yetmiş yıllık karşı-devrim sürecinin son düzenlemeleri, bu yapılanlar. Sorun öğretmenin maaşı/geçimi ve eğitimin alt yapı ve ekonomisi olmaktan çıkmış, kültürel ve nitelik değişimine yelken açılmıştır. Sorun Cumhuriyetin aydınlanma stratejisinden uzaklaşıp yeniden “kul” / “ümmet” / “tebaa” toplumunu oluşturma sorunudur! Bunun önlenmesi ve çözümü kesinlikle siyasi bir irade ve siyasi bir izlence gerektirir!